Bilindik bir hikâye var. ''Bir öğretmen yeni bir okula atanır. Sınıfında sorunlu bir çocuk vardır. Kural tanımayan, hiç bir arkadaşıyla geçinmeyen, kimse tarafından sevilmeyen bir çocuk. Bu dışlanmış, problemli çocuk öğretmenin dikkatini çeker. Diğer öğretmenlerle görüşür. Bu çocuğa nasıl yardım edebileceğini sorar. Öğretmenler onunla uğraşmaya değmez, ondan hayır çıkmaz, baş belasının tekidir derler. Bu ifade karşısında öğretmen daha çok üzülür. Yardım edebileceğini düşünerek öğrencinin okul kayıtlarını inceler. Çocuk okula başladığında kurallara uyan, çalışkan, problemsiz bir öğrencidir. Ancak, ikinci sınıfta içine kapanır, beslenme getirmez ve arkadaşlarından kopmaya başlar. Kayıtlarda öğrencinin annesinin ağır hasta olduğu yazılıdır. Bir süre sonra kural tanımayan, tembel, problemli bir çocuk olmuştur. Bu zamanki kayıtlarda ise annesinin öldüğü yazılıdır. Bundan sonra çocuğunun hiçbir şey umurunda değildir. Öğretmen için artık sorun anlaşılmış ve görev başlamıştır. Çocuğun ihtiyacı olan ilgiyi, sevgiyi artık öğretmen vermeye başlar. Çocukta yavaş yavaş değişiklik görülmeye başlamıştır. 
Bir öğretmenler gününde tüm çocukların elinde yaldızlı, ışıltılı paketlenmiş hediyeler vardır. Bu çocukta ise, buruşmuş bir gazeteye sarılmış utana sıkıla gizlenmeye çalışılan bir hediye. Öğretmen sınıfa girdiğinde ilk önce o çocuğun mahcubiyetini fark eder. Çocuklarla birlikte o da hediyesini verir. Öğretmen en çok onun hediyesinden etkilenmiştir. Çünkü gazeteyi açtığında birkaç taşı eksik künye ile yarım şişe parfüm görür. Çocuk en çok kıymet verdiği hazinesini, yani annesinin hatırasını öğretmenine getirmiştir. O çocuk okulu bitirip, yıllar sonra yüksek bir mevkide görev almıştır. Evlilik kararı aldığında, öğretmenine bir mektup yazar ve öğretmeninden nikâh şahidi olmasını ister. Nikâh günü gelmiş ve delikanlı ümitle öğretmenini beklemektedir. Bir süre sonra öğretmeni kapıda görülür. Delikanlının gözüne takılan ilk şey birkaç taşı eksik olan annesinin künyesidir. Koşar adım öğretmenin yanına gider ve özlemle sarılır. Kulağına  'Öğretmenim, hala annem gibi kokuyorsunuz…' der.''
*
Yayladan köye her gün bir saat yürüyerek zor şartlarda okula gelip gittiğim için, ailem ilkokul 5'inci sınıfı Ankara'da ikamet eden ablamın yanında okumamı istedi. Ağabeyim, 1977 yılında Çankaya'da bir okula yazdırdı. Sınıfın kapısına kadar götürdü. Ben kapıyı açınca o sınıfa geleceğimden haberi olacak ki öğretmen 'en arkada boş olan sıraya otur' dedi. Köyde zor şartlar altında okumama rağmen çalışkan bir öğrenciydim. Fakat yeni okulda maalesef sonlardaydım. Çok ders çalışırdım ama yazılılarım hep 1 idi.  Demek ki bende bir problem vardı.
 Hiç unutmuyorum, bayan öğretmenimiz veli toplantısı yaptı. Toplantıya okuryazarlığı olmayan (ama hep okuma arzusu olan ve şimdi güzel şiir yazabilen)  ablam geldi. O zaman veli toplantısı öğrencilerle beraber oluyordu. Ablam: 'Hoca Hanım, Mahir'in durumu nasıl?' diye sorunca yazılı kâğıtları önünde hepsi 1 işte' dedi. Herkesin içinde böyle konuşması hem beni hem de ablamı çok üzdü. Çünkü köyde çalışkan olan öğrenci, şehirde başta olamasa da en azından ortalarda olmalıydı. 38 sene önceyi düşününce anneden babadan ayrılmışım, telefon yok, yakınında olsa bir başkasının yanında kalıyorsun… Bir gün olsun öğretmenim özel olarak çağırıp, başımı okşayıp, sen nereden geldin? Annen - baban var mı? Köyünü özlüyor musun? Diye sormadı. (İçimde öyle bir memleket özlemi vardı ki okuldan eve giderken 19 plakalı bir taksi görünce yarım saat başında bekledim. O, 19 plakada annemi, babamı, köyümü gördüm.)
Öğretmen, çocuklar sinemaya gideceğiz dedi. Herhalde köyden gelmişliğin etkisiyle olacak ki çok sevinmiştim. Çünkü hiç sinema görmemiştim. Öğretmen sinemaya gitmek isteyenler şu kadar bilet parası getirsin deyince, sevincim hüzne dönüştü. O dönemde eniştem belediyede işçi olarak çalışıyor ve maaşları hep gecikmeli alıyorlardı. Bu nedenle işçiler sık sık grev yapıyordu. Böyle bir ortamda ablama, enişteme öğretmen sinemaya götürecek bilet parası istiyor diyemezdim. Ve öyle oldu. Benden başka herkes bilet parasını sınıf başkanına teslim etti. Parayı veren düdüğü çalar (!) hesabı öğretmen arkadaşlarımı sinemaya götürdü. Ama ben para veremediğim için sinemaya gidemedim…
Sizlere iki tane öğretmen örneği sundum. Birincisi yıllar sonra öğrencisinin nikâh törenine gelirken onun öğretmenler gününde utanarak hediye ettiği yarım kalmış parfümden kullanarak annesinin kokusunu hissettiren öğretmen. İkincisi ise, Anadolunun uzak bir köyünden Çankaya' daki bir okula gelen öğrencisinin iç dünyasına inemeyen öğretmen.
Özellikle sınıflar bazında yapılacak etkinliklerde çok ince düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim. Çünkü çocukluk yıllarında sizi derinden üzen bir davranış, yıllar geçse de beyinden silinemiyor. Öğretmenlerimizle beraber afetlerde görev alan veya sivil savunma eğitimi veren meslektaşlarımın da bu iki farklı örnekten alacağı dersler vardır. Siz depremden korunmayı anlatırken afette bir yakınını kaybeden kişi size çok farklı tepki verebilir. Onun için muhataplarımızın iç dünyasını bilmek durumundayız. Çünkü 'sözle iyilik güven, düşünceyle iyilik derinlik, vermekle iyilik sevgi yaratır.' Bu sevgide ömür boyu unutulmaz, sizi hatırlatır… O halde; her zaman yangınlara kar, yalnızlara yâr, sevgiye, şefkate muhtaç olan çocuklara var olmak lazım.
ÖZETİN ÖZETİ: İnsanlar (öğrenciler) aya benzer, herkesin karanlık, bilinmeyen bir yüzü vardır. Tencere de bazen et, bazen dert kaynar. Önemli olan tencerenin kapağını açıp içerisini görebilmektir. Keşke o yüzümü görebilipte, biletimin parasını hissettirmeden verip, arkadaşlarımla beraber beni de sinemaya götürseydin öğretmenim. Belki bugün elini öperek borcumu ödeyebilirdim.
Değerli eğitimci arkadaşlar siz siz olun hiçbir garibanın çocuğunu ihmal etmeyiniz.  (Öğretmen olan iki evladıma bunu vasiyet ediyorum) Unutmayınız ki, en çok vefalı olanlar onların arasından çıkar. Bürokratın çocuğu iyi bir üniversiteye giderse gayet normaldir. Çok büyütmeye gerek yok. Ancak amelenin, simitçinin, dağ köyünden Ahmet emminin çocuğu iyi bir üniversiteye giderse işte onun başarı öyküsü yazılır… Örnek vermeme gerek yok. Çevremize baktığımızda mutlaka görürsünüz…
40 sene sonra sosyal medyadan o öğretmenimi tekrar buldum. Şimdi ihtiyarlık treninde yolcu. Arada bir hal hatır sormaya çalışıyorum. Çok mutlu oluyor. Allah sağlık sıhhat afiyetler versin.