Öğrenci başkanlığı ve kabinesi seçimiyle okulun Kızılay Kolu Başkanı olduğum için derhal sınıfları dolaşıp sınıf temsilcilerinin seçimini yaptım. Plan ve program yaparak çalışmalara başladım. Her seneki gibi sınıflardaki fakir öğrencileri ve ihtiyaçlarını tespit ettim. Onlara ulaştırılabilecek yardımları okul idaresine bildirdim. Kızılay pullarının satışını yaparak biraz para topladık. Ama bu para, Kızılay Çorum Şubesi'ne devrediliyordu.
Yapılacak işler, bundan ibaretti. Aba ben, bununla yetinmek niyetinde değildim. Diğer liselerle işbirliği yaparak bir piyes sahnelemeyi düşündüm. Teklifime Çorum Lisesi katılmadı. Öğretmen Okulu, Erkek Sanat Okulu ve Kız Sanat Okulu Kızılay kollarıyla anlaştık. "Karagün Dostu" diye bir piyes bulduk. Kızılayın önemini anlatan bir eserdi. Onu sahneye koymaya karar verdik. Kız ve erkek rollerini, bu dört okul arasında dağıttık. Bir ay ezber süresinden sonra iki ay provalar devam etti. Provalar, çoğunlukla derslerden sonra Kız Sanat Okulu'nda bir sınıfta yapılıyordu. İzin almak veya ders aksatmak yoktu.
Dört okulun birlikte bir piyes sahnelemesi çok kolay bir şey değildi. Önce okul müdürlerinin ve Milli Eğitim Müdürlüğü'nün olurunu almak gerekiyordu. Sonra Edebiyat öğretmenlerinin rollere göre öğrenci seçimi bekleniyordu. Ardından roller dağıtılıp çalışmalar başlandı. Bütün bu işlerin koordinasyonu bana aitti. Her türlü sorumluluk da bana aitti. Farklı okullarla kız-erkek birlikte çalışmaya pek hoş bakmayan öğretmenlerimiz de vardı. Onları ikna etmek ve yatıştırmak da bana kalıyordu. Çalışmalar, bu güçlüklerle yürüyordu.
Bu arada Kızılay Çorum Şubesi Başkanı Galip Erdemli ile de görüşüyordum. Sahneye koyma aşamasına geldiğimizde bize destek vereceğini söylüyordu. Mayıs ayında falan güne hazırız deyince bize Yalçın Sineması'nı kiraladı. Bu, bizim için bulunmaz bir nimetti.
Programda piyesin yanı sıra Öğretmen Okulu'nun saz ekibiyle korosu ve folklor ekibi de sahne alacaklardı. Programımız, dolu doluydu. Sinema da hıncahınç doldu. Dört okulun birlikte böyle bir etkinlik birlikte böyle bir etkinlik yapacağına inanmayanlar da gelip tebrik etmek zorunda kaldılar. Kızılay gibi pasif bir kolun bu kadar aktif olması, il başkanı Galip Erdemli'yi çok sevindirdi. Bana ve benim uygun göreceğim beş kişiye yazın Kızılay Kampı'nda tatil vaad etti.
Kızılay'a böylesine bir hizmetin ödülü olarak kamp olayı, bizim için büyük bir sürprizdi. Kampa Hami Aydoğan ve diğer arkadaşlarla birlikte gidecektik. İlk defa tek başımıza il dışına çıkacaktık. Önce Ankara'ya uğradık. Bir gece bir otelde yattık. Ulus'u, Kızılay'ı, Anıtkabir'i, Etnografya Müzesi'ni gezdik. Harçlığımız sınırlı olduğu için idareli harcıyorduk. O gece İstanbul'a gittik. Harem'de indik. Üsküdar'da bir otelde kaldık. Tek başımıza seyahat, otelde kalmak, lokantada yemek bizim için bir ilkti. Oradan Pendik minibüslerine binip kamp merkezine gittik.
Kampa Türkiye'nin  her yanından erkek öğrenciler gelmişti. Ürdün, Suriye, İtalya, Suudi Arabistan, Fas, Lübnan ve Yugoslavya'dan da gelenler vardı. Önce kayıtlarımız yapıldı. Ardından kamp yerlerimiz gösterildi.
Genelde dört kişi bir kulübede kalıyorduk. Sabah kahvaltısından sonra yüzme, öğle yemeği, istirahat, ikindiye doğru tekrar deniz, akşam yemeği ve seminer tarzında bir program uygulanıyordu. Seminerde ilk yardım kursu veriliyordu.
Aslında 20 günlük kamp sürecinde yüzmeyi öğrenmek mümkündü. Amam ben, Arap gençlerle Arapça pratik yapmayı tercih ettim. Ürdünlü Cereiyus vardı. Çok sempatik bir çocuktu. Onunla iyi konuşuyorduk. Hristiyandı ama iyi anlaşıyorduk. Lübnanlı Fuat Nayyam'la sürekli Arapça sohbet ediyorduk. Ona dinini sordum, İslam dedi. Mezhebini sordum "Ene Dürzi" (Ben Düzi'yim) deyince önce şaşırdım. Halbuki Kelam dersinde Dürzilik diye bir mezhepten söz edilmişti. Ama hayatta bir Dürzi ile karşılaşacağımı sanmıyordum.
En çok ilgimi çeken de İtalyan gençti. İtalya'da Katolik Lisesi'nde okuyormuş. Orayı bitirdikten sonra papaz/rahip okuluna devam edecekmiş. Onunla da İngilizce anlaşıyorduk. Ben de İmam Hatip Okulu'nda okuduğumu söyleyince "İkimiz de birer din okulunda okuyoruz. Seninle iyi anlaşırız" dedi. Garazio Orazio ile kamptan sonra birkaç yıl mektuplaştık. Bir yıl başında "Mutlu Yıllar ve Krismıs" yazılı bir kart göndermişti. Mutlu yılları anladık da Krismıs da neyin nesi dedim. Krismıs, Hz. İsa'nın doğum yortusu anlamına geliyordu. Bu, ancak bir Hristiyana gönderilir deyip sinirlendim.
Ben de Yuhanna İncili'nin 15. Babında Hz.İsa'nın Havarilerine söylediği şu sözleri İngilizce'ye çevirip gönderdim: "Benim girmem sizin için daha hayırlıdır. Ben gidince size Paraklit gelecektir. Benim aldığım yerden hakikati alıp siz söyleyecektir." Ben de bunun sonuna "Burada geçen Paraklit kimdir?" sorusunu ekledim.
Aslında İncil'de geçen Paraklit'in Hz. Muhammed (sav) olduğunu ve Hz. İsa'nın Hz. Peygamber (sav)in geleceğini müjdelediğini biliyordum. Bir ay sonra bir mektup geldi. İtalyan dostum, "Böyle konuları açarsan dostluğumuz devam edemez" diyordu. Gerçekten de birkaç mektup sonrası iletişim kesildi.
İkibinli yıllarda televizyonda "Yılbaşı ve Noel" konulu bir açık oturum vardı. Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan bir uzman, Marmara İlahiyat Fakültesi'nden bir hoca, Fener Rum Patrikhanesi'nden ve Vatikan Katolik Kilisesi'nden birer rahip katıldılar. Konunun ayrıntısına girmeyeceğim. Vatikan Kilisesi'nden gelen kardinalin adı Garazio Orazio idi. Evdeki foğrafıyla karşılaştırdım, kamptaki tanıştığım gençti.
Kızılay kampı, benim hem il dışına hem de dünyaya açılışımdı. O yaşlarda bu duyguyu yaşamak çok güzeldi. Orada tanıştığı yabancılarla Arapça ve İngilizce olarak birkaç yıl mektuplaştım. Sonra birbirimizin izini kaybettik.
Ayrıca çeşitli illerden gelen arkadaşlarla da dostluk kurmuştum. Onlarla da birkaç yıl mektuplaştım. O kampta yüzme öğrenmek gibi bir fırsatı kaçırdım. Ama o kadar yabancı dost kazandım.