Konya Yüksek İslam Enstitüsü son sınıftayım. Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ idi. Yaşar Çağlayan'ı Enstitü'ye müdür olarak atamıştı.
Haziran'ın son haftasında baş muavinimiz Lütfü Şenel Bey beni çağırdı: "Bu sene yapılacak mezuniyet töreninde mezunlar adına konuşmayı sen yapacaksın" dedi. Ben, başka birisinin yapmasının daha uygun olacağını söylediysem de ısrar etti. Biz, idare olarak seni uygun gördük, dedi.
Kurtuluş olmayacağını anlayınca nasıl bir konuşma olması gerektiğini sordum. O da "Mezun olmanın sevincinden başlarsın. Okuldan almış olduğunuz feyizden, göreve atılırken duyduğumuz heyecandan, ülke kalkınmasına yapacağınız katkılardan, ülkemizin aydınlık yarınına ışık tutuştan falan bahsedersin. Hele sen taslak bir metin hazırla da birlikte gözden geçirelim" dedi.
Anlaşıldı; ben bir metin hazırlayacağım ama kontrolden geçecek. Onaylanırsa son şeklini almış olacak… Ertesi gün taslak metni Lütfi Bey'e gördüm. Okudu, çok beğendi. Şuraya şöyle bir cümle daha eklersen iyi olur, dedi. Böylece metinde mutabık kaldık.
30 Haziran 1973… Mezuniyet töreninin yapılacağı gün. Sınavların da son günü. Sabah faslı İngilizce sınavım vardı. Sınavdan çıktım, öğleden sonraki mezuniyet törenine hazırlanmam gerekiyordu. Salonumuz büyük değildi ama otaya Konya'nın mülki amirleri, STK'ların temsilcileri, başta vali ve 2. Ordu komutanı olmak üzere üst düzey bürokratların yanı sıra gönlü bizimle olan Konyalılar gelecekti. Salon, hınca hınç doldu.
Okul müdürümüzün açış konuşmasıyla tören başladı. Ardından Konya Valisi İhsan Telcin kürsüye geldi. Dinden, İslamdan, din eğitiminin öneminden söz etti. İmam Hatip Okullarının ve Yüksek İslam Enstitülerinin çağdaş, laik, Atatürkçü nesillerin yetişmesinde önemli rol oynayacağından bahsetti. Bizlerin yobazlığı, din bezirganlığına geçit vermemiz gerektiğini söyledi. Laik Türkiye ve Atatürkçü yönetimler sizden bunu bekliyor, dedi. Konuşması yarım saat sürdü. Ama özü böyleydi.
Vali Bey, salondan beklediği ilgiyi göremedi. Bize şüpheyle bakan, sürekli uyarıda bulunan üslubundan dinleyiciler, biraz da sıkılmışlar ve gerilmişlerdi.
Sıra bana geldi. Kürsüye çıktım. Önce protokolü ve izleyicileri selamladım. Ardından konuşmaya başladım. Aradan neredeyse yarım asır geçti. Hatırımda kalan bazı cümleleri nakletmeye çalışayım:
"Muhterem Konyalılar, dört yıl önce buraya geldiğimizde hayallerimiz ve umutlarımız vardı. Bu süre içinde burada ilim öğrendik, feyiz aldık. Bugün büyük bir şevk ve heyecanla mezun olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Burada sadece dini ilimleri öğrenmekle kalmadık, ülkemizin kalkınmasına nasıl katkıda bulunabileceğimizi ve geri kalmışlık girdabından kurtarabileceğimizin yolları da araştırdık. Aydınlık Türkiye'nin ufkuna yeniden doğmak için geliyoruz. Ülkemize yeni ümit olmak için geliyoruz.
"Biz, İslamı ve Kur'an'ı esas alan bir nesil olarak yola çıkıyoruz. On bir yıllık dini tahsilden sonra bizden din adına din dışı şeyler bekleyenlerin hayalleri kursaklarında kalacaktır…"
Buna benzer birkaç cümle daha söyledikten sonra seyircileri selamlarken sahneden bir alkış tufanı koptu ki basamaklardan zor indim. Arkadaşlardan tebrik edenlerin yanı sıra "Valiye ne yaptın öyle?" diyerek uyaranlar ve "Biraz sonra tutuklanırsan şaşırma" diyenler bile vardı.
Törenin sonunda not ortalaması 95 puan olan Yusuf Işıcık'a dönem birincisi olarak diploması verildi. Benim not ortalamam ise 92 puandı.
Tören bitti. Konya ve İstanbul basını etrafımda toplandılar. Her birisi, konuşma metnimi istiyorlardı. Şimdiki gibi fotokopi yapma imkanı yoktu. Herkes, konuşmanın metnini yazmaya başladı. O sırada iki kişi beni bekliyordu. Birisi Vali Bey'in özel kalem müdürüymüş: "Vali Bey, tebrik ve teşekkürlerini iletmemi istedi. Onun adına sizi tebrik ediyorum" dedi. Diğeri ise bir subaydı. Meğer oda 2. Ordu Komutanı'nı yaveriymiş. O da "Komutanımız, konuşmanızı çok beğendi. Takdir ve tebriklerini iletmemi söyledi" diyerek tebrik etti.
Bu mezuniyet töreni, benim için unutulmaz bir anı oldu. Ertesi gün Konya ve İstanbul basını, mezuniyet törenimizi büyük manşetlerle verdi. Basın, konuşmamın valiye cevap niteliğinde olduğunu vurgulamıştı. O gazete küpürlerini uzun yıllar sakladım ama ev taşınmaları sırasında hepsi kaybolmuş. Biz de hafızada kalanlarla yetinmek zorunda kaldık.