Yüksek İslam Enstitüsü'ndeki hocalarımız, çok farklı insanlardı. Biraz da onlardan söz etmek isterim.
Veli Ertan Bey, Enstitü müdürümüzdü. Muasır İslam Ülkeleri Tarih ve Coğrafyası dersine geliyordu. Bu konuda bastırmış olduğu kitaptan sorumluyduk.
Hadis dersimize Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç geliyordu. Boşnak asıllıydı. Belgrad Hukuk Fakültesi ve Paris Sorbon Üniversitesi mezunuydu. Tunus'ta, Belgrad'da Saraybosna ve Paris'te hukuk, edebiyat, tefsir, hadis ve islam tarihi hocalığı yapmış. Boşnakça, Sırpça, Latince, Lehçe, Çekçe, Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İngilizce ve Türkçe bilirdi. Bu dillerde yayınlanan bilimsel eserlerin abonesiydi.
İkinci Dünya Savaşı'nda Mareşal Tita'ya karşı çıktığı için Yugoslavya'dan ayrılmıştı. 1945'de Türkiye'ye göç etti İstanbul Başbakanlık Arşivinde araştırma yaptı. 1950 yılında Ankara İlahiyat Fakültesi'nde sözleşmeli profesör olarak göreve başladı. Burada Temel İslami Bilimler başkanlığına getirildi. Tefsir, Hadis, İslam Hukuku bölümlerini kurdu. Konya Yüksek İslam Enstitüsü ve sonra Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü'nde hocalık yaptı. Konya'dayken bizim Hadis derslerimize de geliyordu. Konuya bir giriş yapardı. Ufku çok genişti. Konu nereye götürürse oradan devam ederdi. Birinci dönemin sonuna doğru Enstitü'den ayrıldı. Yerine Ali Osman Koçkuzu devam etti. Oldukça sert görünümlü ciddi bir insandı.
Hami Aydoğan ile beraber bir gün Muhammed Tayyip Okiç hocamızın Ankara Sıhhiye'deki evine gittik. Hoca kapıyı açtı. Çocuklar içeride bir boş sandalye bulup oturun, dedi. Bir şey anlayamadık. Ama daireye girince gördük ki her taraf kitap dolu. Duvarlar kitap dolaplarıyla kaplı. Masalar, sandalyeler kitap dolu. Aralarından geçmek bile zor. Orası ev değil, adeta kütüphaneydi. Hocamız, duşunu aldıktan sonra geldi. Çay içtik, sohbet ettik. Aynen dersteki gibiydi. Dünyadan ve gelişmelerden haberdardı. Konuların bitmesi mümkün değildi. Bir fırsat bulup izin istedik. 
M.T. Okiç hocamız, bizden sonra Erzurum'a gitti. 1977 yılında orada vefat ettiğini duyduk. Özel izinle Saraybosna'ya defnedilmiş. Kitapları da 9 Eylül İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi'ne satılarak borçları ödenmiş.
İslam Tarihi ve Siyer dersimize Mehmet Hulusi Bolay geliyordu. O dönemde unutmayı kabul etmiyordu. Hakimlik, savcılık yapmış bir kişiydi. Dersine ve konusuna hakimdi.
Ahmet Hamdi Savlu hocamız, Pedagoji ve Mantık derslerimize geldi. Bize bir teksir notu vereceğini söyledi. Ama derslerinin konusu "Sorun söyleyelim" tarzındaydı. Aktüalite, sosyal politika, islami tartışma konularından bir şey sorulursa onu, yoksa kendisinin zihnine takılan bir konuyu tartışmaya açar, ders boyunca ondan bahsederdi. Açık söyleyeceğim; ben fazla ilim taraftarıydım. Dersin boş geçtiğini sanıyordum. Fakat hayatta en çok onun yol göstericiliğinden yararlandım. Zira o, bize hayat dersi veriyormuş. Mezun olduktan sonra anlayabildik.
Ahmet Hamdi Savlu hocamızın bir "Villacı" senaryosu vardı ki onu bir ders boyunca sürükleyici bir dizi film gibi anlattı. Toplumu şekillendirmek isteyen medya, cemiyet, cemaat, dış istihbarat güçleri, gizli servisler hep "villacı" kriteriyle açıklanabilir ve çözülebilirdi. Dünün olaylarını da ihtilallere ve infiallere götüren gelişmeleri de gelecekle ilgili kuşkuları da bu kritere vurunca çözümlenemeyecek bilmece, toplumsal bir karmaşa kalmayacaktı. Biz, onda hayatın ve ince siyasetin derin çizgilerini bulduk.
Bir de Farsça hocamız Arif Etik vardı. İlkokulu sonradan bitirmişti. Başka diploması yoktu. Mükemmel Farsça biliyordu. İngilizce ve Fransızca hocalarımız kadar da o dillere hakimdi. Arapça gramer kitabı vardı. İyi ney çalardı. Besteleri de vardı. Çok kitap okurdu. Nüktedandı ve hazır cevap bir insandı. İlmin diplomada olmadığını onda gördük. Öğrencilere örnek verilebilecek bir eğitimciydi.
İngilizce dersimize Hilmiye Özbek geliyordu. Ders dışında Orduevi'nde vakit geçirirdi. Enstitümüzle ilgilenmezdi.