Sağlığımızı tehlikeye atacak, buna sebep olabilecek davranışlardan uzak durur, özen gösterir, dikkat ederiz. Bazen kendimizi ihmal etsek de çocuklarımızı gözümüzden sakınır saklar, üstlerine titreriz. Hele de şu korona meselesi bu düşüncelerimizi iyice körükledi. Yetkililer izin verse de çoğu insan sokağa çıkmamakta kararlı. İnsanlar dış basını, dünyayı takip ediyor. Bugünü değil yarını düşünen insanların arasında yaşamak ne büyük bahtiyarlık. Sokağı gören pencereden bakıyorum, herkes maskeli. Yanyana oturan insan yok. Sanırsınız  insanlar birbiriyle küsmüş. Kazara dışarı maskesiz çıkan hemen uyarılıyor. Bu uyarılar olgunluk içerisinde karşılanıyor. 
Yalnız bir şeyi anlayamıyorum. Korona sayıları bir hayli arttı. Bu kadar kurala uymanın karşılığı bu mudur? Kim grip şikayeti ile hastaneye gitse, korona tanısıyla eve dönüyor. Etrafımda pozitif vaka tespiti yapılan arkadaşlarla konuşuyorum. Hepsi de hissettikleri şeyin grip'ten ötesi olmadığını söylüyor. Kemiklerim ağrıyor, gözlerimin sinir uçları, üst solunum, öksürük, halsizlik, koku - tat alamama vs. On beş günlüğüne okulların açıldığı zaman, virüsün yayılma hızının testi yapıldı sanki. Sonuç: Yayılıyormuş... Çocuklar virüsü alıp getirdi evlere. Bunu nasıl yaparlar, inanamıyoruz! Yedir, içir besle büyüt, o da oysun gözünü... Maskeliydi herkes üstelik. Tenefüslerde eller yıkandı, dezenfektan kullanıldı ama nafile... Çocuklar süper taşıyıcıymış. Bu yeni görevlerini belki de birçoğu farkında olmadan çok güzel yerine getirdi. Evde bulunan yaşlılara, kronik rahatsızlığı olanlara azrail olarak geldiklerini bilmeden...
Belirtiler nüksedip rahatsızlık aşikar olunca, gidip bir test yaptırmak şart olmuştur. "Pozitif" sonucu sürpriz değildir artık! 
Yüzyılın hastalığının kurbanısınız artık. Yapacak bir şey yok. Karantina süreniz bitene kadar oturun oturduğunuz yerde... 
- Nasıl oldu?
- Grip gibi
- Yaa, peki ne yapıyorsunuz, ne yiyor, içiyorsunuz?
Virüse yakalanmayan, kendi içinde büyüttüğü korkuyu alevlendirmek için, sürünüyorum, geberiyorum gibi şeyler duymak istiyor. Bu kadar basit olmamalı. Bütün dünyaya meydan okuyan küresel bir salgının ağına düşmüş bir kişi "hiç" deyip kapatamaz telefonu... Böğürmeli, debelenmeli, kusmalı ve tıksırmalı bir yandan...
Arayarak son görevini yapan ve helalleşen insanlar, aldıkları  pozitif enerjiyle gidip bir çay suyu koyacak, akşam haberlerinde günlük vaka sayılarındaki rakamı duyup hayretle "vay anasını!" diyecek, rutin izlediği dizideki mağdur karakter için üzülecek ve yatarken kombisini kısığa alıp serin bir uykunun yolunu tutacak.
Karantinası bitenler, aldığı nefesin kıymetinin daha bir farkında, derin derin soluyacaklar. Geri kalan hayatlarına bir amorti kazanmış gözüyle bakıp, büyük ikramiye ile arasındaki tek engelin bir maske olduğunu hatırlayacaklar. 
Yakalandığımız bu yeni grip türü isteklerimizin yönünü değiştirdi. Hatta hayata bakışımızın. Olmadık yere kafamızı bozacak şeylere daralmayacağız. Meselâ,  caddeye çıkan yol üzerindeki konteynırın kapağının açılıp, çöplerin etrafa saçılmasına içerlemeyeceğiz. Perşembe pazarı civarının, otobüs yoluna sağlı sollu park edenlerin yüzünden tıkanmasına hoşgörü ile bakacak, "sahipleri birazdan gelir" diyeceğiz. Kavşağa giren aracın geçiş üstünlüğünün hiçe sayıldığı şehir manzaralarına çok takmayacağız. Aynı cadde üzerinde seyreden beş, yedi, on, on iki katlı binaların ne idüğü belirsiz bir şekilde imar edilmesine de hayıflanmayacağız. Eski binaları yıkıp, altında dükkânı olan yeni binalar! yapmaya, kentsel dönüşüm diyerek "kentsel ölüşümün" görülmediğini sanacağız. Biz tüm bu saydıklarımızı yaparken asıl hesabın zaman tarafından tutulduğunu unutacağız. Sonra da balık ile insanı karşılaştırdıklarında, aklımızın üstünlüğünden bahsedeceğiz. 
Balığın derdi büyük balıktır. Aşıya ihtiyacı yok! O bizim derdimiz... Hele şu aşıyı bir bulalım, kaldığımız yerden devam ederiz.