Dünya, iyi ve kötünün, bir başka ifadeyle iyilikle kötülüğün savaş alanıdır. Habil ve Kabil'den bu yana böyle olmuştur. Hz. Musa ile Firevun'un, Hz. İbrahim ile Nemrut'un, Hz. Muhammed (sav) ile Ebu Cehil'in kavgası bunun en canlı örnekleridir. Bu, bir bakıma hal ile batılın mücadelesidir.
Lokman (as), "Ben edebi edepsizden öğrendim" derken onları örnek aldığını değil de onların yaptıklarından uzak durduğunu anlatmıştır. Edepsizlik ve kötülük, uzak durulması gereken karakterlerdir. Yücel Allah da "Kötülüklerin açığına da gizlisini de yaklaşmayın" (En'an Sursi: 151) buyurarak insanlığa yol göstermiştir.
Kendimizi olduğu kadar neslimizi de kötülükten korumalıyız. Ama bu onlara sadece öğüt vermekle gerçekleştirilemez. Onların iyi bir çevrede yetişmelerini sağlamak zorundayız. Çocuk, küçük yaşlarda fotoğraf makinesi gibidir. İyi-kötü demeden her şeyi kaybeder. Günü geldiğinde de hafızasındakini uygulamaya başlar. Bir eğitimci şöyle diyor: "Bana bir çocuk verin; alim olsun derseniz alim yapayım, zalim olsun derseniz zalim yapayım."
İnsanı değiştirmek istiyorsanız, çevresini ve şartlarını değiştirin. Bu gerçekten hareketle misyonerler, farklı dinlere mensup ailelerin çocuklarını alıp Hıristiyan ailelere teslim ederek onları kendi dinleri üzerine yetiştirme yolunu seçmektedirler. Bunun farklı uygulamalarını suç örgütlerinde de görmekteyiz. Sokakta mendil satan çocukları kaçırıp amaçları uğruna kullandıklarını sık sık duymaktayız.
Çocuk yaştan itibaren dilenci, hırsız, katil, terörist yetiştirmenin yöntemi budur. Kötüleri örnek alarak büyüyen çocuklar, ileri yaşlarda örneğini bile geçer. Zira kılavuzu karga olanın burnu beladan, leşten kurtulmaz.
Yasalar, kanunun huzurunu sağlamayı amaçlar. Ama her şeyi yasal tedbirlerle önlemek mümkün değildir. Herkesin başına bir polis dikmek de imkansızdır. Ama onların kalbine, vicdanına hakim olabilmek lazımdır. Bu, aileden, başlayarak çevre ve okulla devam eder. Bu zincirde hep iyiye güzele yönlendirilirse ne ala! Ama bu halkalarda bozukluk olursa cemiyetin, kamunun düzeni de huzuru da bozulur.
Suçluları yakalayıp cezalandırmak şart. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ama aynı suçu işleyenleri cezaevinde aynı koğuşa koymak tehlikelidir. Mesela bir hırsızı, bir çete üyesini yahut katili cezaevinde benzer suçlardan mahkum olanların yanına koymak, onun mesleğini geliştirmesi için staj yapmasını sağlamaktan farksızdır. Oradan çıktığı zaman, taze bilgilerle ve yeni tekniklerle topluma karıştıkları zaman, işte o zaman tehlike daha büyük olacaktır. Kötüleri örnek alan o gençler, örneğini bile geçebilirler.
Bu nedenle sadece ceza vermek, suçluları ıslah etmeye yetmez. Onları orada eğitmek de gerekir. Hz. Yusuf'un tutukluluk hali, Kur'an-ı Kerim'de boşuna anlatılmamıştır. O suçluların vicdanına, imanına hitap edemediğimiz süresince sadece her ile değil, her ilçeye de cezaevi yapılsa yetmez.
Suçlu, kul hakkının ne demek olduğunu, bunun ahiret gününde mutlaka sorulacağını, dünyada cezadan kurtulsan bile yarın bunların hesabının mutlaka görüleceğini önce bilmesi ve buna kesin olarak iman etmesi lazım. Cezaevi günlerinde bile tövbe edip Allah'ın emrine uygun yaşamaya başlayan bir insan, çıkışta topluma uyum sağlar. Vatanına, milletine yararlı bir birey olur.
Ünlü derviş Behlül Dana'nın evi soyulmuş. O, doğru mezarlığa gitmiş. Herkes onun bu halini yadırgamış. Alaylı bakışlarla "Behlül, evin soyuldu. Sen hırsızı arayacak yerde mezarlıkta dolaşıyorsun" derler. O da sakin sakin cevap verir: "Hırsız da sonunda buraya gelecek değil mi?"
İşte bize düşen; insanlara bu imanı kazandırabilmektir. Kötülüklerin de bir gün sorulacağını insanlara kavratabilmektir.
İyi insan yetiştirmenin yolu, sağlıklı ve sağlam eğitimden geçmektedir.