TAK­VİM YAP­RA­ĞI:  Tak­vim­le­rin bi­zim kül­tü­rü­müz­de önem­li bir ye­ri var­dır. Tak­vim yap­rak­la­rı ki­tap­la­rın, an­sik­lo­pe­di­le­rin sü­zül­müş ha­li­dir. Özel­lik­le te­le­viz­yon­lar ev­le­ri­mi­ze gir­me­miş­ken köy­ler­de ki­tap bul­ma ve­ya oku­ma imkânı ol­ma­yan yaş­lı­la­rı­mız tak­vim yap­rak­la­rı­na ay­rı bir ehem­mi­yet ve­rir­ler­di. Yaş­lı­la­rı­mız du­var­da ası­lı olan tak­vim­den ko­par­dı­ğı yap­ra­ğı to­ru­na uza­tıp 'ha­di oğ­lum / kı­zım oku da din­le­ye­lim' der­ler­di. Okun­duk­tan son­ra tak­vim yap­ra­ğı ye­re atıl­maz, as­lı tak­vi­min ya­nın­da olan ku­tu­da mu­ha­fa­za edi­lir­di. Di­ğer ta­raf­tan oku­nan tak­vim yap­ra­ğın­da­ki ko­nuy­la il­gi­li yo­rum­lar ya­pı­lır var­sa anı­lar pay­la­şı­lır, to­run­lar­dan ge­le­cek so­ru­la­ra ce­vap ve­ril­me­ye ça­lı­şı­lır­dı. 
Sa­hi şim­di kaç ta­ne to­run de­de­si­ne tak­vim yap­ra­ğı­nı oku­yor? Oku­duk­tan son­ra so­ru so­ru­yor? Ma­ale­sef za­ma­nı­mız de­de­ler­le - ebe­ler­le to­run­la­rı bir­bi­rin­den ayır­dı. Ay­da yıl­da ka­vuş­tuk­la­rın­da da cep te­le­fon­la­rı, in­ter­net­ler, sı­nav­lar ara­ya gir­di. Ders ça­lı­şa­ca­ğım de­yin­ce akan su­lar dur­ma­ya baş­la­dı. De­de­ler önem­li de­ğil de yal­nız kay­be­den­ler to­run­lar ol­du…
*
KIL ÇO­RAP ÖR­ME - GİY­ME: Es­ki­den köy­ler­de kar kış çok olur­du. Şim­di­ki gi­bi çe­şit çe­şit bot­lar bu­lun­maz­dı. En iyi bot las­tik çiz­mey­di. Ço­ban­lık ya­pan­lar, odu­na gi­den­ler, şeh­re yü­rü­ye­rek gi­den­ler, ava gi­den­ler ve­ya as­ker­de olan, şe­hir­de oku­yan ço­cuk­la­rı için üşü­me­sin­ler di­ye an­ne­le­ri­miz o ka­dar işin gü­cün ara­sın­da bir­de beş tığ adı ve­ri­len ör­gü ale­tiy­le ön­ce kir­man­la eğir­dik­le­ri yün­den kıl ço­rap­lar örer­ler­di. Bel­ki de an­ne­le­rin el eme­ği­nin yan­sı­ma­sıy­la ol­sa ge­rek bu kıl ço­rap­la­rı da çok sı­cak tu­tar­dı. Ay­rı­ca şim­di­ki gi­bi bir iki gün gi­yi­lip yı­kan­maz­dı. Di­ğer ta­raf­tan es­ki­yen kıl ço­rap­la­rı atıl­maz, köy bak­ka­lı­na gö­tü­rü­lüp sa­tı­lır­dı. 
*
BÜ­YÜ­ĞÜ­NÜN ÇO­RA­BI­NI ÇEK­ME:  Es­ki­den köy­ler­de ai­le re­isi­nin (var­sa de­de) hâki­mi­ye­ti tar­tı­şıl­maz­dı. Bu hâki­mi­yet ba­zen re­sen ba­zen de sev­gi­ye da­ya­lı olur­du. Bu bağ­lam­da dağ­dan, bağ­dan bah­çe­den ge­len evin er­ke­ği­nin ço­ra­bı var­sa to­run­lar, kız­lar, ge­lin­ler ve en son eşi ta­ra­fın­dan çe­ki­lir­di. Çe­ki­len bu ço­rap ıs­lak­sa ku­ru­ma­sı için so­ba­nın ya­nı­na ası­lır­dı. As­lı­na ba­kın­ca bu ço­rap­lar­da ko­ku­da var­dı ama ne de ol­sa ai­le bü­yü­ğü bu ne­den­le  pek iti­raz edil­mez­di. Sa­hi şim­di ol­sa ko­ku­yor di­ye dış ka­pı­dan içe­ri alın­maz her­hal­de. İs­ter­se­niz ma­suz­cuk­tan dü­şü­ne­lim, şim­di han­gi to­run de­de­si­nin, han­gi ge­lin ka­yın­pe­de­ri­nin ve­ya han­gi eş ko­ca­sı­nın ço­ra­bı­nı çe­ker?
*
TO­RUN DÖV­ME: Es­ki­den köy­ler­de çe­kir­dek ai­le de­ğil ge­niş ai­le ti­pi mev­cut­tu. Do­lay­sıy­la ka­yın­pe­de­ri­nin evin­de iki üç ta­ne ge­lin ço­luk ço­cuk­la­rıy­la be­ra­ber ka­la­bi­li­yor­du. Du­rum böy­le olun­ca ba­zen ço­cuk­la­rın gü­rül­tü­sü ba­zen de ken­di ara­la­rın­da­ki kav­ga­la­rı aka­bin­de evin ana re­isi ko­nu­mun­da olan de­de des­tur­suz ola­rak tüm to­run­la­rı­nı hat­ta iş uzar­sa ge­lin­ler dâhil ol­mak üze­re döv­me hak­kı­na (!) sa­hip­ti. 
Ge­le­nek gö­re­nek ol­sa ge­rek ki bu­na yan­lış uy­gu­la­ma­ya oğ­lu iti­raz ede­me­di­ği gi­bi ge­lin ha­nı­mın ba­ba­sı bi­le ''suç yap­mış­sı­nız­dır ki döv­müş­tür adam­ca­ğız'' de­yi­ve­rir­di. Bu cüm­le­ler bi­raz ga­rip ge­li­yor de­ğil mi? Ama ger­çek… 
Sa­hi şim­di ya­ra­maz­lık yap­tı­ğın­da ço­cu­ğu­mu­za de­de­si bir to­kat vur­sa ne ya­pa­rız? Dün­ya­yı yı­ka­rız. Evi­ne git­me­yiz. Da­vet­te et­me­yiz… Za­man ba­ya­ğı de­ğiş­ti de­mi. 
Ah de­dem ah, gel de şim­di bir to­kat at ba­ka­lım ba­na! Dün­ya­yı yı­kar anam ba­şı­na…
''Ha­ya­tı­mız­da en yü­ce en güç­lü fay­da­lı da­ya­na­ğı­mız ana- aba evin­den ka­lan ha­tı­ra­la­rı­mız­dır 

( Dos­to­yevs­ki) ''        
BAŞ­SAĞ­LI­ĞI: Genç yaş­ta ha­ya­tı­nı kay­be­den Çı­rak­lık Eği­ti­mi Mü­dü­rü Os­man Genç be­yin oğ­lu Bu­rak'a Al­lah'tan rah­met, ai­le­si­ne sab­r-ı ce­mil di­le­rim. Rab­bim kim­se­ye ev­lat acı­sı ya­şat­ma­sın.