Bu başlık cümlesine karşı iki tepki beklenebilir:
1. Kur’ân okumayı, ölmek üzere olan ve/veya ölen kimselerin yanında hatırlayan, ya kendileri veya ücretle tuttukları (böyle olmasa bile para alacağını bildiği için okuyan) kimselere mezarlıkta Kur’ân okuyan ve okutan, Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona ve defalarca anlamak ve hayatına rehber kılmak yerine ölmüş geçmişlerin ruhu için okuyup duran, hatimler indiren kimseler; bunların muhtemel tepkisi, “İşte bir selefî çıkış, Kur’ân niçin ölüye ve mezarda okunmasın, madem öteden beri okunuyor şu halde o hem yaşayanların hem de ölmüşlerin ve mezarların kitabıdır” demek olur sanırım.
2. Kur’ân-ı Kerim ne için gönderildiğini pek çok ayette açıkça beyan ediyor, bunların arasında bir ayet bile bulunmaz ki, “Kur’ân ölülerin ve mezarların kitabıdır” desin. Bu konu tartışma ve açıklama ister mi ki, böyle bir başlık atıyor ve yazıya konu ediniyorsun!
Gel gör ki, maalesef bu konu tartışılıyor, birçok mezarda hoparlörde yüksek sesle devamlı Kur’ân okutuluyor, mezar ziyaretinde bulunanlar sünnet olan selâmlama, dua ve ibret almak için tefekkür yerine bilhassa orada Kur’ân okuyorlar veya okutuyorlar. Ayrıca bazı kimseler bu durumu göz önüne alarak, “Kur’ân hem ölülerin hem de dirilerin kitabıdır” diyorlar.
İşte bu vakıadan hareketle ben de bazı açıklamalar yapma ihtiyacını hissettim.
1. Yukarıda işaret ettiğim gibi Kur’ân’ın niçin gönderildiğini açıklayan ayetler arasında “ölüler için, ölülere okunsun” manasında bir âyet yoktur.
2. Peygamberimiz (s.a.) hayatı boyunca bir kez dahi mezarda ölüler için Kur’ân okumamıştır.
3. “Yâsîn” sûresini ölülerinize okuyun” meâlindeki rivayetin sahih hadis olup olmadığı tartışmalıdır. Ayrıca pek çok muteber âlim bunu “Ölmek üzere olan kimselerin yanında okuyun” diye anlamak gerektiğini ifade etmişlerdir. Peygamberimiz’in “Ölülerinize lâ ilâhe illallâh tevhid cümlesini telkin edin; yani yanlarında söyleyin” meâlindeki hadisini de yine “ölmek üzere olan hastaların yanında” diye anlamışlardır.
4. Diyelim ki, ölülere Yâsîn okumayı tavsiye eden rivayet sahih olsun:
a) Bunu mezarda okuyun dememiştir ve kendisi orada okumamıştır.
b) Bir sûre ölülere okunsun diye tavsiye edilmiş olsa bile buna dayanarak “Kur’ân hem ölülerin hem dirilerin kitabıdır” demenin makul ve meşru bir dayanağı yoktur.
“Peki, Kur’ân-ı Kerim’i mezarlarda bağıra çağıra okumanın ne sakıncası vardır?” diye sorulabilir.
Ben bu soruya bir de “sarıklı cüppeli din görevlisinin cenaze arabasına binerek ortalıkta dolaşmasının ve defin sonuna kadar bu kıyafetle bulunmasının ne sakıncası var” sorusunu ekleyeyim.
Bu iki olay, din ile ilişkisi bilgi ve uygulama olarak zayıf olan kimselerde kesinlikle olmaması gereken şu iki algıya yol açmaktadır: Kur’ân ölülere okunmak için gönderilmiş bir kitaptır. Din görevlilerinin işi de insanlar öldükten sonra başlıyor. Başka bir ifade ile “Din ölüm ve ahiret hayatı için gönderilmiştir, bunun için gereklidir.”
Peki, ne yapsak daha doğru ve uygun olur?
1. Din görevlisinin tanıtıcı kıyafeti, insanlara din eğitim ve öğretimi yaptığı, ibadetlerinde önder olduğu, İslâm’ın ahlâkî ve sosyal hedeflerini gerçekleştirmek üzere faaliyetlere katıldığı… yer ve zamanlarda üzerlerinde olmalıdır.
2. Mezar ziyaretleri, Peygamberimiz’in apaçık ifadesiyle “ölümü hatırlamak, ibret almak ve ölüme hazırlanmak” içindir.
3. Kur’ân da müminlerin hayat rehberidir, Efendimiz’in uygulama ve açıklamalarıyla beraber müminlere doğru yolu ve Allah katında makbul kulluğu öğretmek için gönderilmiştir. Bu iki hususu gölgede bırakacak ve yanlış algılara sebep olacak uygulamalar terk edilmelidir.
4. Yâsîn sûresinin ölmek üzere olan kimsenin yanında okunmasında sakınca yoktur. Yine onun yanında, zorlamadan, ısrarla teklif etmeden uygun aralıklarla “lâ ilâhe illallâh” demek sünnettir. “Son sözü bu cümle olanların cennete gideceği” müjdelenmiştir.
5. Allah rızası ve gereğince amel etmek niyetiyle Kur’ân okumak bir ibadettir. Daha başka ibadetler gibi bu ibadetin de sevabını ölüye hediye etmenin bir sakıncası yoktur. Ölüye faydası olması muhtemeldir, olmasa bile okuyan ve yapan ibadet etmiş olmaktadır.
6. İki örnek vermem gerekirse Allah Teâlâ ekmek yapılan ürünleri kullarım yesinler de yaşasınlar diye yaratmıştır. Bu arada eskiden çıbanları olgunlaştırmak için üzerine hamur sararlardı ve faydalı olduğuna inanılırdı. Keza hastalıkların şifa bulması için Kur’ân okumanın da sünnette dayanağı vardır. Şimdi bunlara bakarak “hamur çıban tedavisi için yaratılmıştır, Kur’ân da hastalıkların tedavisi için gönderilmiştir” denemez. Hamurun ne için, Kur’ân’ın da ne için olduğu bellidir; hamur/ekmek bedenimizin gıdasıdır, Kur’ân da yaşadığımız sürece ruhumuzun gıdası, aklımızın kılavuzu, hayatımızın düsturudur.
İki not ekleyeyim:
Okunan Kur’ân’ın ve yapılan diğer ibadetlerin ibadet olabilmesi için ihlas şarttır; ihlas, yapılan ibadetin sırf Allah rızası için yapılması demektir. Para karşılığında Kur’ân okuyan ibadet yapmış olmaz; bu sebeple ondan bir sevap da hasıl olmaz ki, ölüye bağışlansın.
Ücret karşılığında Kur’ân’ı baştan sona okutmanın değil, Allah rızası için bir Fatiha okumanın faydası vardır. Bunu da her mümin bilecektir, bilmelidir.
Allah Teâlâ Kur’ân’ın her harfine bir sevap vadetmiştir; peki bunun hikmeti nedir?
Bunun hikmeti kulların Kur’ân’ı okuyup anlamaları ve hayatlarına rehber edinmeleridir. Bu sebeple her mümin, Kur’ân’ı anlayarak okumanın yollarını aramalıdır.
Miracınız kutlu olsun,
Namaz kılan mutlu olsun,
Hem dünyada hem ukbada
Hayatınız tatlı olsun.
Gözetelim yoksulları,
Yetimleri ve dulları.
Kandiller vesile olsun,
Sevabınız katlı olsun.