Sabah çok erkendi. Uyuyamayıp terasa çıktım. Terasın çatıya bakan kısmına kuşlar için bir suluk koymuştum. İçine  en son ne zaman su koyduğumu hatırlamadığım... İnsanlık vazifesiydi benim için. Ödevimi böylece yerine getirdiğimi düşünüp, rahatlatıyordum kendimi. Bu konular çok özel ve hassas konular. Kendi iç dünyamızda olup biten, hesaplaşılan. Sonunu tatlıya bağlamadıkça da bir türlü iflah olmayan bir garip ruh hali. Yalnız olmadığımızı bilmek, etraftakilerin farkına varmak, görmek, duymak, beş duyu organını hamal gibi taşımamak... Çok önemli!

Bu düşüncelerle rahatça araladım terasın kapısını. Güneş birazdan doğmak üzereydi. Doğum anı ne kadar da güzeldi. İçim açıldı. Gece tadilatını bitirmiş yerini güne bırakmak üzereydi ve ben tam da nöbet değişimine denk gelmiştim. Bu anın tadını çıkarmalıydım. Tabiatın en berrak olduğu o anda düşünceler de berraklaşıyor. Her şeye, herkese güzel bakabildiğim ve hiç bitmesini istemeyip, gün boyunca devam etmesini umduğum o an... Fakat o da ne! Çatı oluğuna yerleştirdiğim suluğun yanında bir güvercin... Uyuyakalmış. Oracıkta, öylece... Kim bilir kaç saattir, bir umut beklemekteyken içi geçmiş zavallının. Boş suluğun kenarında bir umut... 

Zor iş şu kuş olmak! Görülmek, fark edilmek için daha çok kanat çırpacaksın. Parlak olacak kanatların, gözünü alacak insanların. Bir çocuk eliyle gösterecek seni "bak anne ne güzel kuş de mi?" diyecek. O da "evet yavrum, ona simidinden bir parça verelim" diyecek... Hep şirin ve sevimli olacaksın. En azından sesin çıkacak. En kötü tondan söylediğin bir "gak" sesi bile seni duyulur, görülür kılacak... Ve insanlar seni merak edip, ne yeyip içtiğini düşünecek. İyiler olduğu sürece kuşun ümidi hiç bitmeyecek.

Ani bir hareketle boynunun içine sakladığı kafasını ortaya çıkardı. Göz göze geldik. Beni iyi biliyordu aslında. Çenesinin altındaki beyazından tanıdım onu. Balkonda ara sıra otururken kanat vurarak yanımızdan uçan. Evet, bu oydu! Kaçmadı. Öylece bakıyorduk birbirimize... Nerdeydin diyordu bana. Kaç saattir, hatta kaç gündür... Nerdeydin? Bu su kabını buraya koymak marifet değil diyordu. Sana güvendim, seni insan sandım diye bakıyordu. Kafasını yan çevirdi. Bakış değişmedi. Aynı bakıyordu. Şaşkınlık! Aslında şaşırmazlardı. İçgüdüleri sağlamdı onların. Bu sefer yanılmıştı kuş. Beni adam sanmıştı. 

Diyecek, ağzımı açacak hiç bir sözüm yoktu. Haklıydı. Umut vermek değil, onu söndürmemek mesele. Gözlerimden süzülen yaşları görünce havalandı birden. Sanırım mesajı almıştı. 
Güneş doğmuştu. Ağzına kadar doldurdum suluğu. Birazdan yine geldi. Suyunu içti. Yüzüne bakamadım. Bir süre istikrarı yakalamam gerekiyordu. Güven zaman ister. Yüzü yerine geldiğinde insanın, bakması kolay. Yarım saat sonra elimde su şişesi terastaydım. O gün suluk hiç boşalmadı. Basit suçlardan ceza alıp "toplum hizmeti cezası" verilenler aklıma geldi. Güldüm...
Kuşla karşılaşacağımız bir sonraki zamanı sabırsızlıkla bekliyorum. Beni affettiğini gözlerinde görmek için.