Kibir, kişinin başkalarını küçük görerek nefsini onlardan üstün saymasıdır.   Kimi zaman soyluluk, güzellik, fiziksel güç gibi yaratılıştan gelen birtakım özellikleri; kimi zaman da Allah'ın kendisine sonradan bahşettiği zenginlik, makam, ilim ya da nüfuz gibi nimetler,   insanı  kendini beğenmeye sevk edebilir. Önceleri kendini beğenen kişi, zamanla sahip olduğu güzel özelliklerle övünmeye, başkalarından farklı olduğunu düşünerek büyüklenmeye başlar. Çevresindekileri küçük görerek kendisinin "en üstün" olduğu hissine kapılır ve böylece kibir hastalığına yakalanır.
Kibir, manevi hastalıkların en fenasıdır. Bedende ki kanser gibidir. Bu hastalığın mikrobunu alan bir kimse zamanla kendini büyük görmeye, insanlardan üstün olduğunu düşünmeye başlar. Kalbindeki bu hastalık ilerledikçe, kendisine insanlardan farklı imkânlar ve özellikler verildiğine inanır. Sonunda kibir ve gurur bütün davranışlarına hâkim olur.  
Kibirli insan, daima kendisinden yüksektekilere bakar, onları kıskanır, onlar gibi olmak, hatta onları geçmek için çabalar durur. Bu arzusuna ulaşamazsa hayattan zevk alamaz hâle gelir ve sürekli hâlinden şikâyet eder.  Bu düşüncesi elindekilerle yetinmekten, bunlarla mutlu olmaktan uzaklaştırır onu; doyumsuz hâle getirir. Hâlbuki insanlığa rehber olan Hz. Peygamber, "Sizden daha aşağı olanlara bakın! Sizden üstün olanlara bakmayın! Allah'ın nimetini küçümsememeniz için en uygun olanı budur."(Müslim, Zühd, 9), sözleriyle hâline şükreden kanaatkâr bir kul olmayı tavsiye etmektedir.
Kibirli insan, malına, makamına, nüfuzuna güvenerek bu nimetlerin geçici birer imtihan vesilesi olduğunu aklına bile getirmez. Kendisini var eden bu nimetlere sımsıkı sarılır, onları kimseyle paylaşmak istemez, cimrileşir ve bencilleşir.  
İnsana daima kötülüğü ve hayâsızlığı emrettiğinden, "apaçık bir düşman" olarak tanıtılan şeytanın, Kur'an-ı Kerim'de bahsedilen en belirgin özelliği kibridir."Ben Âdem'den hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın."(A'raf 12), diyerek kibrini ortaya koymuştur. Böylece kibir ve gurur, şeytanın Hakk'ın huzurundan kovularak lanetlenmesine neden olmuştu. Şeytanı "şeytan" yapan kibir, tarih boyunca pek çok insanın yoldan çıkmasına sebebiyet vererek Hakk'ı yalanlayanların ve isyancıların ortak özelliği olmuştur. Nitekim kendisine anahtarlarını güçlü bir topluluğun zorlukla taşıyabildiği, eşi benzeri görülmemiş bir servet bahşedilen Kârun, "Bunlar bana bendeki bilgi (ve beceri)den dolayı verilmiştir." (Kasas 78)diyerek kibirlenmişti. Yere göğe sığmayan nefsi Hz. Musa'ya tâbi olmayı hazmedememiş ve sonunda isyanı seçmişti; tıpkı Firavun gibi. Firavun daha da ileri gitmiş ve "Ben sizin en yüce rabbinizim." diyerek ilâhlık iddiasında bulunmuştu.
Peygamber Efendimize cephe alan müşriklerin de inkârının büyük sebebi kibirleriydi. Toplumun önde gelenleri, halk içinde söz sahibi olmayan, gelir düzeyi düşük, öksüz ve yetim birine vahiy geldiğine inanmak istememiş, "Bu Kur'an, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya!"(Zuhruf 31)  diyerek itiraz etmişlerdi. Kendilerini üstün sayan bu kişiler Hz. Muhammed'e geldiklerinde onun yanında zayıf, fakir sahabeleri görünce onlarla oturmaya tenezzül etmemişler ve Allah Resulü'ne, "Biz senin yanına geldiğimiz zaman onları (köleleri) yanından kaldır." demişlerdi. 
Kibir, kıskançlık, cimrilik, açgözlülük, nankörlük ve bencillik gibi Müslüman'a yaraşmayan pek çok kötü duyguyu hatta Hakk'a isyanı beraberinde getirir ki bu duyguların hâkim olduğu kalpte Müslümanlık alâmeti olan sevgi, merhamet ve güven gibi duyguların gelişmesi mümkün değildir.  
Büyüklük Allah'a mahsustur. İnsanın kibirlenmesi, Allah'a ait bir özelliğin kendinde de bulunduğunu iddia etmesi demek olur ki, işte bu haddini bilmemektir. Haddini bilmeyen insanların korkunç akıbetlerini, tarih kaydetmiştir.  İnsan Cenâb-ı Hak karşısındaki aczini, onun yanında boynunun kıldan ince olduğunu asla unutmamalıdır.
Yüce Yaratan, insanı başkalarını küçümsemekten ve büyüklük taslamaktan nehyetmiştir. "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin."(İsra 37),  diyerek uyarıda bulunmuş ve "O (insanoğlu), kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?"(Beled 5),  sözleriyle aslında yalnızca âciz bir kul olan insana, bu konumunun farkında olarak hareket etmesi gerektiğini bildirmiştir. 
İslâm Dini bir yandan kişiyi kibirden olabildiğince uzaklaştırmayı hedeflerken bir yandan da onun ruhuna alçakgönüllülüğü yerleştirmeye çalışır. Zira "Rahman'ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, 'selâm!' der (geçerler)."(Furkan 63), buyrulur. Mümin, ihtiyaç sahibi kimselerin varlığını hesaba katarak yaşar, israf ve cimrilikten uzak durarak mütevazı bir hayatı tercih eder.   Çünkü alçakgönüllü davranmanın aslında bir yücelme sebebi olduğunu bilir  : "...Allah için tevazu gösteren kişiyi Allah ancak yüceltir." (Müslim, Birr, 69)
İnsanlığa Kur'an ahlâkını yaşayarak gösteren Efendimiz onlara tevazuu da yaşayarak öğretmiş, oldukça sade bir yaşam sürmüştür. "Âlemlere rahmet" olarak gönderilen bu Elçi, yaşamının hiçbir anında "beşer" olduğunu unutmamış ve Allah tarafından kendisine verilen yüce meziyetlerle kendini büyük görmemiştir.   Ben bir kral değilim. (Güneşte) kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum." Demiştir. Hayatının en görkemli sahnesinde dahi kibre kapılmayarak, tevazudan ayrılmayan Allah Resulü bu davranışıyla bir insanlık dersi vermiş, ashabına da aynı tavrı sergilemeleri gerektiğini bildirmiştir. Onlara, "Allah birdir!" dedikleri için kendilerini akıl almaz işkencelere maruz bırakan ve âciz bir şekilde öz vatanlarını terk etmeye mecbur bırakan müşriklere galip geldikleri fetih gününde büyüklenmemeleri gerektiğini şu sözleriyle hatırlatmıştır: "Ey İnsanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir... İnsanlar, Âdem'in çocuklarıdır ve Allah, Âdem'i topraktan yaratmıştır..." (Tirmizi,Tefsir,49), ve"...Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter..." (Müslim, Birr, 32), demiştir. İslâm 3
  Kibir, insana yaraşmaz, büyüklük ve azamet kâinatı ve içinde ki bütün mahlûkatı yoktan var eden cenabı hakka aittir ve ona layıktır.   O en yüce olandır. Müslümanlar da her gün ezanlarında, namazlarında ve zikirlerinde, "Allah'u Ekber" diyerek O'nu tesbih etmekte ve Rablerinin yüceliğini dillendirmektedirler.
Hz. Ebu Bekir (ra) şöyle buyurur: "kibirden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi, bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsızdır."
İnsan ne kadar kuvvet ve iktidar sahibi olursa olsun, bunların bir gün mutlaka elinden çıkacağını unutmamalı, sahip olduğu maddi ve manevi nimetlerin cenabı hakkın lütuf ve keremi olduğunu bilmeli ki gurur ve kibre düşmesin. İnsan bütün bu nimetleri Allah'ın ikramı olarak görür ve şükür ile mukabele ederse bu hastalığa düşmez.
Rabbim bizi bu kibir hastalığından muhafaza eylesin, tevazu ve hoşgörü sahibi olmayı nasip etsin.