KUR'AN'DAKİ HIZIR KISSASI
Hızır, Kur'an-ı Kerim'in Kehf suresinin 60-82. Ayetlerinde anlatılan bir kıssada ifade edilen bilge kişi için kullanılan bir terimdir. Kıssanın Kur'an'daki aktarımında zaman ve mekân gibi tarihi unsurlar belirtilmediği gibi Kısadaki kahramanlardan sadece Musa'nın adı açık olarak belirtilmektedir. Kıssanın öteki iki kahramanı ise Kur'an'da Musa'nın arkadaşı "genç" ve Allah'ın seçkin bir kulumuz diye nitelediği bilge bir kişidir. Olay Kur'an'ın 18. Suresi olan Kehf suresinin 60-82. Ayetlerinde şöyle aktarılmaktadır.

Vaktiyle Musa yanındaki genç yardımcısına şöyle dedi: "iki denizin birleştiği yere kadar gideceğim. Oraya varmam yıllarımı alsa bile yoluma devam edeceğim.
İki denizin birleştiği yere vardıklarında mola verdiler ama o sırada balıklarını unuttular. Balık da denize dalıp gözden kayboldu.
İki denizin birleştiği yerden uzaklaştıklarında Musa yardımcısına şöyle dedi: "Getir artık şu öğlen azığımızı zira yolculuk bizi gerçekten çok hırpaladı."  
Yardımcısı ise : "Tüh bak sen şu işe? !" dedi. " O kayanın yanında mola verdiğimizde balığı unutmuştum. Sana bundan söz etmemi unutturan da şeytandan başkası olmasa gerek! Doğrusu balık inanılmaz biçimde canlanarak denize dalıp gittiydi."

Bunun üzerine Musa "İşte bizim aradığımız yer orası" dedi, derhal yola koyulup geldikleri istikameti takip ederek tekrar o kayanın yanına vardılar.
Orada seçkin bir kulumuzla karşılaştılar. Biz ona vahiy vermiş, tarafımızdan bahşedilen bilgi sayesinde işlerin iç yüzünü anlayıp kavrama, gelecekte olup bitenleri önceden görme kabiliyeti bahşetmiştik.

Musa o seçkin ve bilge kişiye "Doğru olanı kavramam ve hep doğru olanı yapmam için sana verilen bilgiden bana da öğretir misin? Dedi.
 Bilge kişi sen benimle birlikteyken olup bitecek şeylere tahammül edemezsin. Gerçek mahiyetini anlayıp kavrayamayacağın olaylar karşısında nasıl kendini tutabilirsin ki, diye karşılık verdi.
Musa inşallah, dedi. "Benim sabırlı biri olduğumu göreceksin, hiçbir konuda sana itiraz etmeyeceğim."
Bilge kişi peki o halde, dedi. "Bana tabi olduğuna göre hangi konuda olursa olsun ben sana açıklamada bulununcaya kadar bana hiçbir şey sormayacaksın!"
Bu konuşmanın ardından Musa ve bilge kişi yola koyuldular. Nihayet bir kıyıya vardılar ve bir gemiye bindiler. Fakat bilge kişi teknede bir delik açtı. Musa bunu görünce, "İçindeki yolcuları suya gömmek için mi bunu yaptın? Gerçekten çok korkunç bir iş yaptın sen!" Diye çıkıştı.

Bilge kişi, "Benimle birlikteliğe katlanamazsın dememiş miydim ben sana?" diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Musa, "Ne olur" dedi. "Sana itiraz etmeyeceğime dair verdiğim sözü unuttum diye beni paylama! Şu birlikteliğimizde beni zora koşma !"
Yine yola koyuldular. Derken bir erkek çocuğa rastladılar. Bilge kişi çocuğu öldürdü. Bunun üzerine Musa, "Başka bir cana karşılık (kısasa kısas) olmaksızın masum bir cana kıydın ha! Sen gerçekten çok kötü bir iş yaptın" dite çıkıştı.

Bilge kişi, "Benimle birlikteliğe katlanamazsın, dememiş miydim ben sana?!" dedi.
Musa, "Eğer bundan böyle sana soru sorarsam benimle arkadaşlık, yoldaşlık etmezsin. Çünki artık benden işitebileceğin kadar özür işittin" diye karşılık verdi.
Derken yine yola koyuldular. Sonunda bir kasabaya varıp oradaki halktan yiyecek istediler. Akat halk onlara konukseverlik göstermeye yanaşmadı. Derken Musa ve bilge kişi o kasabada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Bilge kişi duvarı onarıverdi. Musa, "Eğer isteseydin bu iş karşılığında bir ücret alabilirdin" dedi.

Bilge kişi, "Artık yollarımızı ayırmanın zamanı geldi" dedi ve ekledi: Bir türlü sabır ve tahammül gösteremediğin bütün bu olayların iç yüzünü şimdi sana açıklayacağım. Hani o tekne vardı ya, işte o tekne geçimini denizden sağlayan yoksul insanlara aitti. Ben tekneye bilerek, isteyerek hasar verdim. Çünkü o yoksul insanların peşinde tüm sağlam tekneleri gasp eden bir hükümdar olduğunu biliyordum.

Erkek çocuğa gelince, onun ana ve babası mümin kimselerdi, bu çocuğun gelecekte ebeveynini azgınlığa ve kâfirliğe / nankörlüğe sürükleyeceğinden kaygı duyduk. Bu yüzden çocuğu öldürürken rablerinin o ana ve babaya daha hayırlı, şefkat ve merhametçe daha duyarlı bir evlat nasip etmesini diledik.

Gelelim duvar meselesine: Yıkılmak üzere olan o duvar, iki yetim çocuğa aitti. Duvarın altında onlara ait bir hazine gömülüydü. Çocukların babası ise dürüst ve erdemli bir kişiydi. Bu yüzden rabbin bir lütuf ve rahmet olarak o iki yetim çocuk ergenlik çağına yetiştikleri zaman hazineyi kazıp çıkarsınlar istedi.
Kısacası, bütün bu işleri kendiliğimden yapmış değilim
Ey Musa! Bir türlü sabır ve tahammül gösteremediğin olayların iç yüzü işte budur![28]

Hazreti Musa'ya ilim öğretecek kişinin asıl adı veya kimliği Kur'an'da açıkça belirtilmemesine karşın Hadis metinlerinde "Hızır" veya "el- Hadır" lakabıyla anıldığı açıklanıyor. Buhari'deki bir kayda göre[29] Hazreti Musa Hızır'ı gördüğünde o deniz sahilinde yeşil yaygı üzerinde bulunuyordu. Bir başka hadiste ise Hz. Muhammed'in aynen şöyle dediği ifade edilir: "Ona el- Hadır denmişti çünkü otları bozarmış kupkuru yere oturduğunda orası derhal yemyeşil oluyor ve otlar dalgalanıyordu."[30].

 Kur'an'da Hazreti Musa ile arkadaşının yanlarına azık olarak aldıkları balığın nasıl dirildiğine dair bir ayrıntıya yer verilmezken yine Buhari'de: "Hızır'la buluşacakları o kayanın dibinde bir çeşme (ayn) vardı ki buna "Hayat çeşmesi" deniyordu. Hiçbir şey yoktu ki suyundan isabet etsin de dirilmesin. Balığa da bu sudan isabet etmişti, denilmektedir[31].

İslam kültür tarihinde bu kıssa en çok tasavvuf dünyasının ilgisini çekmiş, sufiler nezdinde tasavvufun iki temel unsuru olan irşat ve ilm-i ledün kavramlarına Kur'an'dan bir delil olarak görmüşlerdir. Tasavvufi telakkiye göre kıssada Allah'ın kendi katından bir ilim (ilm-i ledün) bahşettiği kul (Hızır), Ha. Musa'ya rehberlik (irşat) etmektedir. Kıssa bundan dolayı 9. Yüz yıldan itibaren sufi çevrelerde özel bir ilgiye mazhar olmuştur. Hızır'ın peygamberliği hususunda ihtilaf vardır. "Ya hayy, yâ kayyum, yâ zül celâli ve'l ikram" isimlerinin tecelli ettiği kişi olarak bilinir. Ruhaniyeti cismaniyetine galiptir. Her yerde melâike gibi hazır olabilir. Bu sebeple Hızır sıfat-ı basttan kinayedir. (Bast zihni açıklık demektir. Hal olarak kabul, lütuf, rahmet ve ünse işarettir. Bast halinde olan her şeyi kaplar ve eşyayı tesiri altına alır, hiçbir şeyin ona tesiri olmaz. Bast hali ilahi feyzin en kuvvetli zuhur şeklidir. " Yetiş yâ Hızır" sözü bunun için söylenir. Diğer Allah dostlarında nasiplilerini irşad ederken nefislerinin feyziyle Hızrın yerine kaim olurlar. O bütün evliyaya vakıftır.

Hızırla ilgili farklı rivayetler vardır. En meşhuru zulumat âleminde âb-ı hayatı araması sırasında Zülkarneyn'in askerlerine kumanda ettiği ve herkesten önce ulaşıp içtiği âb-ı hayat sayesinde her daim diri olduğudur. Çorak bir toprağa bassa o an yeşillenir. Hızır'ın cismani mi yoksa misalen mi diri olduğu konusunda değişik görüşler vardır bu konu çokça tartışılmıştır.[32]
Bazan da kişinin sıfat-ı galebesiyle kendi ruhunun temsiline Hızır dediği belirtilir. Bazıları da onun zuhurunu misâl-i ruhiyesinin tecessüsü olarak kabul ettiklerini söylerler.[33] Seyyid Ali Vefâî: Hızır, Ma'ni-i cemaliyetle ruh-ı ilhâm-ı vilayettir, İlyas, merâtib-i celâliyetde ruh-ı ilham-ı velayettir, der. İkisi birden farklı yerlerde değişik şekillerde görünürler. Yalnız ruhu kemal ve celâl sahibi olanlar ikisini birlikte görebilirler.[34]

Mürşidsiz olan bir müride onu ruhen veya cismen irşad edecek bir mürşid gerekir. Birincisine Hallaç ve Attar, İkincisine Hızır ve Musa örnektir. Attar'ın (1142-1221) tasavvuf terbiyesini kimden aldığı, irade hırkasını giyip giymediği kesin olarak bilinmemektedir. Esrarnâme adlı eserinin ön sözünde aşırı derecede övdüğü Ebû Saîd-i Ebu'l Hayr'a (ö.440/1049) manen intisap ettiğini sahip olduğu her devleti onun ruhaniyetinden aldığını kendisini terbiye eden kişinin bu zat olduğunu söyler.[35]

İLYAS:
Kur'an'ı Kerim'de İlyas adı Hızır'ınkinin aksine açıkça iki yere geçer.[36] Bu ayetlerde onun mümin bir kul olduğu put perest halkının Ba'l inancıyla mücadele ettiği ve daha sonraki nesiller tarafından hayırla anıldığı belirtilir. En'am suresinde, "Zekeriyya'ya, Yahya'ya İsâ'ya İlyas'a da böyle hidayet verdik, hepsi Salihlerdendi" diye ifade edilerek onun bir peygamber olduğu açıkça belirtilir. Saffât suresinde ise onunla ilgili şu bilgilere yer verilir: "İlyas da şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerdendi. Halkına, "siz Allah'tan korkmaz mısınız, en güzel yaratanı bırakıyor, Ba'l putuna el açıyorsunuz. Halbu ki Allah'a sizin de atalarınızın da gerçek sahibine dua etmelisiniz". Dedi. İlyas'ı yalanladılar ama kesinlikle onlar cehenneme hazırlanarak getirilenlerdendir. Allah'ın ihlaslı kulları hariç tabii ki. Biz İlyasa gelecek nesiller içinde iyi bir nam bıraktık. İlyaslara selâm olsun, biz işini güzel yapanları bu şekilde ödüllendiririz.  Çünkü İlyas inançlı kullarımızdan idi."
İlyas hakkında Kur'an dışında diğer kutsal kitaplarda özellikle Tevrat'ta anlatılanlardan aktarmalarla menkıbelerde Hızır'la birlikte anılmaya başlanmıştır. Kuran'da onun ebedi hayata erdiğine dair bir bilgiye rastlanmazken Yahudi kaynaklarında Cenabı Hakk'ın onu kendi katına aldıktan sonra tüylerle örttü ve nurdan elbiseler giydirdi. Yeme içme ihtiyacını kaldırdı. Böylece İlyas peygamber semâvî bir hüviyet kazandı. Cenab-ı Hak ona ebedi hayatı nasip etti.[37] Böylece Hızır ile İlyas ilişkiledirilip menakıplara konu olmuştur. Bu ilişki  başlıca şu noktalarda yoğunlaşır.
1.Hızır ve İlyas senenin bir gününde bir araya gelirler. 2. Hızır ile İlyas'ın yer yüzünde belli bir takım sorumlulukları vardır. 3. Hızır Farslardan, İlyas İsrail oğullarındandır. 4 Her ikisi de Kur'anı Kerim yer yüzünde kaldıkça yaşamaya devam edeceklerdir. 5. Hızır ve İlyas her yıl Ramazan ayında Beytü'l Makdis'te oruç tutarlar. 6.Her sene birlikte hacca giderek zemzem suyundan içerler ki bu su onların yıllık ihtiyaçları için yeterlidir. 7. Hızır ve İlyas her yıl bir araya geldiklerinde birbirlerinin başını tıraş edip dua okuyarak ayrılırlar.[38] Bütün bu yorumlar Kur'an ve hadis kaynaklı değildir bu iki kaynak dışında oluşan yorumlardır.