İBRAHİM BİN EDHEM 
(öl.161/778) MENKIBESİ [45]

İbrahim Edhem, Belh padişahıydı. Padişahlığı sırasında âlem fermanı altındayken altın kalkanlı kırk kişi önünden gider, altın gürzlü kırk kişi de ardından yürürdü. Bir gece tahtı üzerinde uyuya kalmıştı. Gece yarısı olunca sanki dama biri çıkmış gibi tavan sallandı. İbrahim bağırdı.
-Kim o?
-Tanıdık biriyim, devemi kaybettim burada onu arıyorum.
-Hey şaşkın ne diye damda deve arıyorsun, damda deve ne gezer.
-Ama ey gafil!  Sen Allah'ı altın taht üzerinde ve atlas elbiseler içerisinde arıyorsun. Damda deve aramak bundan daha mı acayib.
Bu sözden kalbinde bir heybet hâsıl oldu, gönlünde bir ateş zuhur etti, tefekküre daldı, hayrete düştü, müteessir oldu.
Devlet erkânı ve kulları gelip el bağladılar. Ani olarak heybetli bir zat kapıdan girip tahtın yanına geldi, kimse bir şey söyleyemedi, dilleri tutuldu. Adam etrafına heybet saça saça İbrahim'in tahtına kadar ilerledi. İbrahim sordu:
-Ne istiyorsun?
-Bu kervansarayda konaklamak istiyorum.
-Burası bir kervansaray değil, benim sarayımdır.
-Peki, bu saray bundan evvel kimindi?
-Babamın,
-Ondan evvel kimindi?
-Dedelerimin idi.
-Onlar şimdi nereye gittiler?
-Hepsi göçüp gittiler ve öldüler.
-Bu ne biçim kervansaraydır ki, biri gelmeden biri gitmekte…
Adam bu sözleri söyledi, sonra da acele acele çıkıp gitti. İbrahim peşine düşüp ardından seslendi ve mutlaka seninle konuşmam lazım diye yemin verdi. Bunun üzerine adam durunca İbrahim sordu.
- Sen kimsin ve nereden geliyorsun?
- Ben karada, denize, yerde ve gökte bulunabilen biriyim, bilinen adım Hızır'dır.
- Azıcık bekle eve gidip geleyim! Dedi. Adam o kadar bekleyemem, iş bundan acele deyip kayıplara karıştı. İbrahim'in gönlündeki ateş daha da arttı, derdi fazlalaştı. Gece işittiğim ve gündüz gördüğüm bu haller ne haldir, diye derin derin düşündü. Atımı eğerleyip ava gideceğim, bakalım bu hal nereye varacak deyip emir verdi. Ata bindi, sahranın yolunu tuttu, sahrada şaşkın şaşkın dolaşıyor ve ne yapacağını bilmez bir halde bulunuyordu. Bu hal içinde muhafızlardan uzaklaşıp ayrı düşüp uzaklaştı. Bu sırada "Uyan" diye bir ses duydu, duymazlıktan geldi. İkinci defa aynı sesi işitti, üçüncüsünde oradan uzaklaştı. Dördüncüsünde aynı sesi, "başkaları seni uyandırmadan sen kendin uyan" diye işitti. Bu sesi duyunca aklı başından gitti. Önünde bir ceylan peyda oldu. Onu avlamaya teşebbüs etti. Ceylan dile gelip "Beni, seni avlamam için göndermişlerdir, beni avlaman için seni göndermiş değillerdir, sen beni avlayamazsın, bir bîçareye ok atıp onu avlamak için mi seni yaratmışlardır. Bundan başka işin yok mu?" Dedi. İbrahim, bu ne hal böyle deyip onu avlamaktan vaz geçti. Bu sözleri düşünürken bir ses daha duydu; " Sen avlamak için yaratılmadın." Bu ses onu titretti. Şevki arttı, gözüne melekler göründü, ağlamağa başladı. O kadar ağladı ki, elbisesi ıslandı. İçten ve can-ı gönülden nasuh tevbesi etti[46]. Sütün çıktığı memeye dönmemesi gibi bir daha işlediği günaha dönmemek üzere yapılan tevbeye nasuh tevbesi denir[47]. Böylece yolda giderken kendi adamlarından bir çobana rastladı. Çobanın keçeden yapılmış külahını ve kepeneğini giydi. Koyunları çobana bağışladı. Bundan sonra yaya olarak dağlarda ve çöllerde dolaşıyor, günahlarına ağlıyordu. İbrahim oradan yürüye yürüye Merv şehrine kadar geldi. Köprüden geçerken kör bir adam aşağı yuvarlanmak üzereydi. O anda İbrahim "Allah'ım onu koru" diye dua etti. O kişi suya düşmeyip boşlukta kalakaldı. Orada bulunanlar o adamı tutup içeri çektiler. Halk bu keramete hayran kaldı. Oradan Nişabur şehrine geldi. Bir mağaraya girdi. Dokuz yıl ibadet etti. O mağara hala İbrahim mağarası diye anılır. Perşembe günleri mağaradan çıkar, Nişabur'a bir yük odun götürür, satar, yarısını dervişlere dağıtır, Cuma namazını kılıp tekrar mağaraya döner, orucunu tutardı. Bir müddet sonra mağaradan ayrılıp yola çıktı. Bir zatla karşılaştı. İsm-i A'zam okuyordu. (En büyük isim anlamındadır '' Allah '' veya ''Hu'' lafzı olarak ifade edilir. Bu ismi okuyanların dualarının kabul olacağı belirtilir[48]. İbrahim'e de öğretti. Ne lazımsa okur ve istediğini yanında bulurdu. Bir gün Hızır ile buluştu. Hızır ona, İsm-i A'zam'ı öğreten benim kardeşim İlyas'tır diye haber verdi. İbrahim'in ilk şeyhi Hızır, birçok nasihat verip kaybolup gitti. Bu seyahatlerden sonra son derece yeni kerametlere erip keşfi açılmıştır. Hakkında daha pek çok menkıbe anlatılır [49].