Terör devleti İsrail Dünyanın gözü önünde kadın, çocuk, ihtiyar demeden bomba yağdırmaya ve katliama devam ediyor. İsrail'in sadece Gazze'nin batısındaki Er-Rimal semtine düzenlediği hava saldırılarında çok sayıda apartman dairesi yıkıldı ve masum insanlar katledildi. İsrail terör estirirken dünyada duyarsız bir şekilde seyrediyor.   

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın gündeme getirdiği Mescid-i Aksâ 'da nöbet tutan "Son Osmanlı" Iğdırlı Onbaşı Hasan'ın öyküsünü gazeteci İlhan Bardakçı şöyle anlatıyor: Yıllar önceydi, sene 1972. O zamanlar genç bir gazeteciydim. Türkiye'den bazı siyasiler ve işadamları İsrail'e resmi ziyarette bulunuyorlardı. Biz de gelişmeleri izlemek için oradaydık… Ziyaretin dördüncü günü bize tarihi yerleri gezdirmeye başladılar, kafile olarak Mescid-i Aksâ'ya vardık. Heyecanlanmıştım asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken, üstteki avluya 'on iki bin şamdanlı avlu' diyorlar. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs'e gelince bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmış. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyor. 

Avlunun kenarında biri dikkatimi çekti. Doksan yaşlarında bir adam… Üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması; her yanı yama içinde, hatta bazı yamalar tekrar yamanmış... Ayakta bekliyor… İki metreye yakın boyu ile yaşlıydı ama bir o kadar da vakur… Şaşırmıştım. 'Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor' dedim içimden… Rehbere sordum; 'Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler ne de kimseyle konuşur. Sadece bekler, delinin teki herhalde' dedi. Bu yaşta bu sıcakta sebepsiz beklemeyeceğini biliyordum. Kafasında eski bir kalpak; sanki kanatlanıp gidecek bir kumru gibi. Konuşmakla konuşmamak arasında kararsız kaldım. Yanına yaklaştığımı fark etti, ama kımıldamadı. 'Selamünaleyküm baba' dedim. Başını bana doğru çevirdi, durakladı ve çatallanmış titrek bir sesle: "Aleykümselam oğul" dedi.

'Hayırdır baba, sen kimsin, burada ne yapıyorsun?' dedim. 
"Ben..." dedi titreyen bir sesle. "Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan'ım." Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibi tekrarladı: "Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan'ım. Bizim bölük Cihan Harbi'nde Kanal Cephesi'nden İngiliz'e saldırdı. Canım ordu Kanal'da yenildi. Artık geri çekilmek elzem idi. Ecdat yadigârı topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs'e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs'te artçı bölük olarak bırakıldık." Osmanlılar, İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakır. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazmış. Zaten İngilizler de Kudüs'ü işgal ettikleri zaman halk çok tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişler.

Sonra anlatmayı sürdürdü: "Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı: 'Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul'a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem mütareke emrini çiğnemiş, emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretlerinin yadigârıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk "Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur!" demesin. Fahri Kâinat Efendimizin ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gâvura bayramdır. Siz, İslam'ın şerefini, Osmanlı'nın şanını ayaklar altına aldırmayın" dedi.

Bölüğümüz Kudüs'te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk'ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda…" Alnından akan ter, gözyaşına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde yol bulup akıyordu… Devam etti: "Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?" 'Elbette' dedim…"Anadolu'ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse, Mescid-i Aksâ'ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: 'Kudüs'ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden beri bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır, hayır dualarınızı bekler'..."'Tamam', dedim. Bir yandan gözyaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum. Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm öptüm… 'Allah'a emanet ol baba' dedim. "Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu'yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese" dedi… 

Türkiye'ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat'a gittim. Askerî kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi'nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu… Sözümü yerine getirememiştim… Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982'de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir tek cümle yazılıydı: "Mescid-i Aksâ'yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü."  

Tüm Şehitlerimize Allah rahmet eylesin. Ruhları şad mekânları cennet olsun. İsrail terör devleti şunu unutmamalıdır ki bu ruhu taşıyan, milyonlarca müslüman vardır. Hiç şüphemiz yok ki bir gün sular mecrasında birleşerek, zalim İsrail'den yaptıkları zulümlerin hesabı sorulacaktır. Yüce Rabbimizden o günleri bizlere de göstermesini dileriz.