"Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülüklerden alıkor. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor."(Ankebut 45)
Hakayiki nüfusuna ererek, bilinçli bir şekilde kılınan namazlar sahiplerini her türlü çirkinliklerden, uygun olmayan edep dışı hareket, davranış ve sözlerden alıkoyar. Eğer kıldığımız namazlarımız her türlü hayasızlıklardan alıkoymuyorsa, davranışlarımızı kontrol altına almıyorsa demek ki orada bir problem var demektir. Ayette geçen hayâsızlık açıktan veya gizli olarak işlenen edep dışı sözler ve ahlaka mugayir davranışlardır.                                                                                                                          
Ayeti Kerimede "Muhakkak ki namaz insanı her türlü kötülüklerden, meşru olmayan iş ve davranışlardan uzak tutar" buyurulduğu halde, kıldığımız namazlarımız her türlü yanlış davranış, iş ve sözlerden bizleri alıkoymuyorsa veya bu tür eylem ve sözlere şahit olduğumuzda bir rahatsızlık hissi vermiyorsa kendimizi ve kıldığımız namazlarımızı bir gözden geçirmemiz gerekir. Eğer Yüce Rabbimiz böyle buyuruyorsa elbette ki bun da bir hikmet var demektir. O zaman bizler Rabbimizin istediği şekilde namaz kılmıyoruz ki, kıldığımız namazlarımız hayatımızda tesirini göstermiyor demektir.  
Eğer namazın ruhunu yakalayarak, namazlarımızı amacına uygun bir şekilde kılabilirsek, kalbimizde mutmain olur, ürpertiler meydana gelir, duygu ve davranışlarımızda değişir. Şuurlu bir şekilde huşu içerisinde kılınan bir namaz, sahibini koruyucu bir atmosfer tabakası gibi kuşatır ve her türlü günahlardan, haramlardan korur. Namazlarımızdaki hikmetler, her türlü ahlaksızlığın aleni olarak işlendiği günümüzde bizleri bütün kötülüklerden koruyup muhafaza etmektedir. Aksi takdirde bu kadar çirkeflikler içerisinde ruhumuzun direnç göstermesi ve kendimizi korumamız nasıl mümkün olabilir. Eğer zikrullah ile örülmüş olan, ihlas yörüngeli, rıza hedefli, huşu amaçlı namazlarımız olmasa idi kendimizi korumamız nasıl mümkün olurdu.
Peygamberimiz "Ben namazı nasıl kılıyorsam sizde öyle kılın"(Buhari Ahbarul Ahad 1) Buyurmuştur. Cenabı Hakta Kur'an'ı Kerimde "O seni, Kendisi 'ne ibadet için namaza dururken gördüğü gibi, her zaman O'nun emirlerini yerine getirmeye âmâde bulunduğunu da görüyor"  Bu ayeti kerimede bizlere, peygamberimizin ibadetini tasvir etmenin yanında, nasıl ibadet etmemiz gerektiğine de vurgu yapılmıştır. Namazlarımızı kılarken mümkün olduğu kadar Allah Resulü ve ashap gibi namaz kılmaya çalışmak gerekir. Namaz kılarken de namazlarımızı sadece namazın kılınış şekliyle sınırlı değil, ruh ve manasını da kavrayarak, motivasyonu yakalayarak yüce rabbimize kulluğumuzu arz etmek gerekir. Elbette ki kuluz hatalarımız vardır. Ben dört dörtlük namaz kılamıyorum veya zaman bulamıyorum, düzenli ve devamlı kılamıyorum diye namazı terk etmekte, sığınılacak bir mazeret değildir. Bu tür sözlerle ancak şeytanı sevindirmiş oluruz. Bizler peygamberimizin kıldığı namazı şekil ve mana itibari ile yakalamamız, onun hissettiklerini hissetmemiz elbette ki mümkün değildir. Ama o gayret ve yolda olmamıza da mani değildir. Müminler ibadetlerinde Yüce Rableri ile olan irtibatları ve ona gönüllerinde ayırdıkları yer ölçüsünde mükemmeli yakalayabilir ve yakınlaşabilirler. 
Hatem-i es'am'a namazı nasıl kılıyorsunuz diye sorulduğunda "Namaz vakti yaklaşınca güzel bir şekilde abdestimi alır. Namaz kılacağım yere giderim. Sonra namaz için ayağa kalkarak kabeyi iki kaşım arasına, sırat'ı ayaklarımın altına, cenneti sağıma, cehennemi soluma alırım. Azrail'i tepemde kabul eder ve bu namazı son namazımmış gibi düşünerek korku ve ümit ile huzuru İlahi'ye durur, dikkatlice tekbir alır, güzel bir şekilde manasını da düşünerek Kur'an okur. Tevazu ile rükû eder huşu ile secdeye varırım. İhlasla namazımı kılarak tamamlar ve ümit içerisinde Rabbimden kabul etmesini beklerim." Diye cevap verir. 
Namaza iftitah tekbiri "Allah-u Ekber" (Allah'ım sen yücesin, senden büyük yoktur) ile başlanır. İftitah tekbiri namazın giriş kapısıdır. Namazı kılacak kişi önceden güzel bir şekilde abdestini alır. Kıbleye yönelerek niyet eder. Ellerini kulak hizasına kadar kaldırarak Allah-u Ekber (İftitah tekbiri, tahrim tekbiri) diyerek, ellerini göbek altına sol elini alta, sağ elini de onun üzerine bağlar.
Bütün namazlara tekbir ile başlandığı gibi namaz rükünlerinin birbirinden ayrılması da tekbir ile olur. Her rükünde tekrarlanan tekbir, övgü ve sena cümlesidir. Allah-u Ekber, yüce Rabbimizin her şeyden üstün, azametli, kudretli, her şeyi bilen, gören, her şeye gücü yeten olduğunu ifade eder. "Rabbini yücelt!" (Müddesir 74) Peygamberimizde namaza tekbirler ile başlamıştır. Günümüze kadar gelen uygulamalarda böyledir. Bütün namazlarda iftitah (başlama) tekbiri farzdır. Diğer rükün aralarında ki tekbirler ise sünnettir. Bir günlük vakit namazında ezan, kamet ve tesbihatla birlikte toplam 447 defa Allah-u Ekber lafzı geçmektedir.    
Namazlarımızda kalben ve ruhen, manevi bir âlem ve iklime girerek, Allah-u Ekber demek, Yüce Rabbimize bağlılığımızın bir ifadesidir. Her gün belli aralıklarla bu kadar çok tekrarlanan "Allah yücelerin yücesidir." İfadesinin anlamı düşünüldüğünde müminlere şuur vermesi için bu bile yeterlidir. Bunun bilincine eren bir mümin, en üstün gücün, Rabbimiz olduğunu idrak ederek, onu tanıdığını, onun üzerinde başka bir güç olmadığını tescillemektedir. Bu aynı zamanda bir müminin, kendi iç dünyasına sürekli olarak onun yüceliğini hatırlatarak Yüce Rabbimize olan sevgi ve bağlılığımızı da gönlümüzde ve yaşantımızda canlı tuttuğumuzun bir göstergesidir.