Namaz için Yüce Rabbimizin huzuruna çıkıp divan durmadan önce, abdest gibi gerekli hazırlıkları yaparak vaktin girmesini ve ezanın okunmasını beklemek gerekir. 
Ezan, namaz için yapılan bir davet olup, yüksek bir sesle beklenen namaz vaktinin geldiğini ilan ederek, camiye davet etmek anlamına geldiği gibi aynı zamanda da tevhide, kurtuluşa çağıran bir tebliğ ve Allah'ın hâkimiyetini ilan edip, insanları zulüm ve şirk bataklığından kurtarmak için bir hatırlatmadır. Bu davet önce en büyük olma vasfının yalnızca Allah'a ait olduğunu ilan eden, 'Allah-u Ekber' lafzıyla başlar. Yine bu davet, yeryüzünde nice gücün, kuvvetin kendilerinde olduğunu zannedenlere, Allah'ın güç ve kudretinin yanında bir hiç olduklarını hatırlatır. Dolayısıyla saygı duyulacak, huzurunda divan durulup secdeye varılacak yegâne varlık sonsuz ilim, irade, güç ve kuvvet sahibi olan Yüce Rabbimizdir. "Allah-u Ekber" Allahtan başka büyük yokturdan sonra "Eşhedü en-la ilâhe illallah" (Allah'tan başka ilah olmadığına şahadettir) Bu bizleri yoktan var eden sayısız rızıklar, nimetler, sağlık ve sıhhat veren, dualarımıza icabet eden, her şeye gücü yeten yegâne varlığın Yüce Rabbimiz olduğunun ilanıdır. Bu tevhit cümlesi 'Eşhedü enne Muhammed en Rasulüllah' ile tamamlanır.
Yüce Rabbimizin yegâne ilah olduğunu kabul ve ilandan sonra gerçek kurtuluşa erebilmenin ikinci Şartı olan Peygamberimizin Allah'ın Resulü olduğunu kabul ve ilandır. Zira onun risaleti ile âlem rahmet ve bereket bulmuş, insanlar kurtuluşa ermenin sırlarına vakıf olmuşlardır. Peygamberimiz birilerinin zannettiği ve iddia ettikleri gibi bizlere Kuran'ın mesajını tebliğ etmekle görevli bir postacı değil; "Ey Muhammed! Biz seni âlemlere rahmet olasın diye gönderdik." (Enbiya 107) "Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir" (Ahzab 21) O bizim için Kuran'ın tabiri ile Allah'ın emirlerini tebliğ eden, yaşayarak örnek olan, çözüm yollarını ortaya koyan rahmet peygamberidir. 
"Hayye ale's salah" (Haydin namaza) Dünyada huzur ve mutluluğa erişmenin, ahirette de Rabbimizin vadettiği cennet ve nimetlerine kavuşmanın yolu olan namaza çağrıdır. Haydin namaza, kalbin tasdik ettiği, lisanen ikrar ettiğimiz bu tevhit gerçeğinin uygulamalı biçimi olan namaza çağrıdır. Yani haydin, koşun Allaha, tevhit ve ibadette, Resulüne salat ve selama. Bu aynı zamanda nefsimizle, şeytanla, tevhide karşı duran zalimlerle mücadeleye ve hakkı tebliğe davettir. "Hayye ale'l felah" (haydin kurtuluşa) Bu çağrı da maddi dünyanın kirlerine bulanmış, ıstırap içinde kıvranan bütün insanlara yönelik bir kurtuluş çağrısıdır. Abdestle maddi kirlerden, namaz ile de manevi kirlerden arınma ve sonrasında da korunmadır. Huzur atmosferine ancak dünya meşakkatlerini bir kenara bırakarak, huşu içerisinde kılınan namazlarla girilebilir. 
Bu kutlu çağrı büyüklüğün, gücün ve kudretin yegâne sahibi olan Allah olduğunu bir kez daha hatırlatarak, 'Allahu Ekber' 'Lâilâhe illallah' nidaları ile bitirilir. Ezan bittikten sonra da peygamberimiz şöyle dua ederdi. Biz ümmetinden de bu şekilde dua etmemizi istemiştir. "Allahümme Rabbe hazihi'd-da'veti't-tamme. Vessalatil kâime. Ati Muhammedenil vesilete vel fazilete ved-dereceter-refîah. Veb'ashu makamen Mahmudenillezi veadteh. İnneke lâ tuhlifu'l-mîâd." (Buhari, Ezan, 8) (Allah'ım! Ey bu tam davetin ve kılınacak namazın Rabbi, Muhammed'e vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ver, O'nu kendisine vadettiğin Makam-ı Mahmud'a ulaştır)
Allah'a yakınlaşmak için en pratik ve güzel yol namazdır. O halde ey müslüman ezan çağrısına uy ve namaza koş. Ezan müslüman varlığının simge çağrısı olup, namaza davet ve islam medeniyetinin önemli sembol unsurlarından birisidir. Ezan tevhidin ilanı, Müslümanların birliğinin vurgusudur. Ezanın ortaya çıkış süreci ibretlik hadiselerle doludur. O döneme bir yolculuk yapacak olursak, ezanın aslında Mekke de yanan bir ışığın Medine semalarında sese dönüşerek bütün zaman ve mekânları bir rahmet öyküsüyle sarmalaması olduğunu görürüz. Risalet'in onuncu Yılında peygamberimizin amcası ve koruyucusu olan Ebu Talip ve yine en büyük destekçisi ve hayat arkadaşı Hz. Hatice vefat etmişlerdi. Müslümanlar ise bir mahallede muhasara altında açlığa ve yokluğa mahkûm etmişlerdi. Peygamberimiz bir çıkış yolu ve destekçi bulabilme ümidi ile taife gitmiş oradan da mahzun bir şekilde dönmüştü. Tarihte bu zor ve kahırlı zamana hüzün yılı ismi verilmiştir. Yüce Rabbimiz, bu zor sürecin sonunda, âlemlere rahmet olarak gönderdim buyurduğu, peygamberine yalnız olmadığını göstermek üzere, insanlık tarihinin ilk defa şahit olduğu bir mucize olan, İsra ve Miraç hadisesini gerçekleştirmişti. Onu bir gece Kudüs'teki Mescidi Aksa 'ya, oradan da kendi katına alarak büyük müjdeler, umutlar ve ilahi hediyelerle geri döndürmüştü. Miraçta bahşedilen hediyelerin en büyüğü de müslümanlara farz olan beş vakit namazın tescillenmiş olması idi. Bu şekilde yükselmek anlamına gelen Miraç ile namaz arasındaki bağlantı da ortaya konmuş oldu. 
Müşriklerin baskılarının yoğun bir şekilde devam ettiği bu süreçte, Nübüvvetin on birinci Yılının haç mevsiminde, Yesribli yetmiş kadar müslüman, Akabede gizlice peygamberimizle buluşarak, mallarını ve canlarını korudukları gibi peygamberimizi de koruyacaklarına dair söz vererek, peygamberimizi ve Mekkeli müslümanları Medine'ye davet ettiler. Bu davete icabet edilerek, hicret edilmesi ile birlikte, müslümanlar için yeni bir yurt edinerek, inançlarını özgürce yaşayabilme ve dünyaya açılabilme fırsatı doğmuştu.
Allah Resulü ve müslümanlar İslam'ı tebliğ etme, rahatça yaşama imkânı bulmuşlar ve aynı zamanda bir toplum olmaları, gelişmeleri ve kurumsallaşmaları için de bir kapıyı da aralamışlardı.