Dün­ya­lık­la­ra olan sev­gi­niz do­la­yı­sıy­la nef­si­ni­zin ona kar­şı bir duy­gu bes­le­di­ği­ni gör­dü­ğü­nüz bir yi­ye­ce­ği, bir ma­lı ve­ya baş­ka bir şe­yi nef­si­ni­zi zor­la­ya­rak in­fak ede­bi­li­yor ve­ya hak­kı­nız ol­ma­yan bir ge­li­ri eli­ni­zin ter­si ile ite­bi­li­yor ise­niz mut­ta­ki ol­ma ve Rah­ma­na kul ol­ma yo­lun­da ilk adı­mı­nı­zı at­mış­sı­nız de­mek­tir.


Ahi­ret gü­nü­ne iman ce­za ve mükâfat ko­nu­sun­da Al­lah'ın ada­le­ti­ni ka­yıt­sız şart­sız ka­bul et­mek­tir. Ahi­re­te iman, yer­yü­zün­de­ki ha­ya­tın ba­şı­boş ve hiç bir öl­çü­ye bağ­lı ol­ma­dı­ğı fik­ri­ni red­de­dip her şe­yin bir öl­çü içe­ri­sin­de ce­re­yan et­ti­ği­ni ka­bul­len­mek­tir. Ce­za ve mükâfat­la­rın yer­yü­zün­de tam ola­rak ye­ri­ni bul­ma­dı­ğı­nı gö­ren in­sa­noğ­lu, ima­nı sa­ye­sin­de, iyi­li­ğin ve­ya kö­tü­lük­le­rin mah­şer gü­nün­de kar­şı­lık­la­rı­nın ve­ri­le­rek ila­hi ada­le­tin te­cel­li ede­ce­ği­ne ina­nır ve ona gö­re ha­ya­tı­nı sür­dü­rür. Bu­da mut­ta­ki ol­ma yo­lun­da atı­lan önem­li adım­lar­dan bi­ri­si­dir. Ba­zen öy­le yan­lış­la­ra ve hak­sız­lık­la­ra şa­hit olu­yo­ruz ki ken­di ken­di­mi­ze ya­hu bu ada­mın yok­sa ahi­re­te inan­cı­mı yok de­mek­ten ken­di­mi­zi ala­ma­dı­ğı­mız za­man­lar olu­yor. Müs­lü­man bir bü­tün ola­rak Al­la­hın ira­de­si­ne tes­lim olan kim­se­dir ve öy­le ol­du­ğu za­man ima­nı­mız­da, ame­li­miz­de bir an­lam ifa­de eder. Din bir bü­tün ola­rak ya­şan­ma­ya ça­lı­şıl­dı­ğı za­man gü­zel­lik­ler ha­sıl olur. İşi­ne ge­le­ni ka­bul et, işi­ne gel­me­ye­ni ku­lak ar­dı et, böy­le bir din an­la­yı­şı yok. Ak­si tak­tir­de Al­lah ko­ru­sun, mah­şer gü­nü, Pey­gam­be­ri­mi­zin ha­di­sin­de bil­dir­di­ği müf­lis­le­rin du­ru­mu­na düş­müş olu­ruz.


İn­san­la­rın  mut­ta­ki­leş­me­si­ni sağ­la­yan kon­trol me­ka­niz­ma­la­rın­dan bi­ri­si­de Me­lek­le­re iman­dır. Pey­gam­be­ri­miz (a.s) şöy­le bu­yur­muş­tur: "Hem şey­tan hem de me­lek, in­sa­nın kal­bi­ne ba­zı şey­ler ge­ti­rir­ler. Şey­ta­nın işi kö­tü­lü­ğe ça­ğır­mak, hak­tan uzak­laş­tır­mak­tır. Me­le­ğin işi hak­ka, iyi­li­ğe ça­ğır­mak ve kö­tü­lük­ten uzak­laş­tır­mak­tır. Kim için­de iyi­li­ğe ça­ğı­ran bir ses du­yar­sa bil­sin ki, o me­le­ğin se­si­dir. He­men ona uy­sun ve Al­lah'a şük­ret­sin. Kim ki için­de kö­tü­lü­ğe ça­ğı­ran bir ses du­yar­sa bil­sin ki, o şey­ta­nın se­si­dir. On­dan uzak­laş­sın ve Al­lah'a sı­ğın­sın.


Mut­ta­ki­le­rin en be­lir­gin özel­lik­le­ri sağ­lam ve sağ­lık­lı bir iman­dan son­ra na­maz kıl­ma­la­rı­dır. Kur'an da mü­te­ad­dit de­fa­lar mut­ta­ki  mü­min­le­rin bu özel­lik­le­ri vur­gu­lan­mış­tır: "De ki: Biz Al­lah'ı bı­ra­kıp da bi­ze fay­da ve­ya za­rar ver­me­yen şey­le­re mi yal­va­ra­lım? Al­lah bi­zi doğ­ru yo­la ka­vuş­tur­duk­tan son­ra ar­dı­mı­za mı dö­ne­lim? Ar­ka­daş­la­rı, bi­ze gel, di­ye doğ­ru yo­la ça­ğır­dık­la­rı hal­de yer­yü­zün­de şaş­kın­ca do­la­şıp, şey­tan­la­rın ayar­ta­rak uçu­ru­ma çek­tik­le­ri ah­mak­lar gi­bi mi ola­lım? De ki: "Al­lah'ın gös­ter­di­ği yol, ye­ga­ne doğ­ru yol­dur. Bi­ze, bü­tün âlem­le­rin Rab­bi'ne tes­lim ol­ma­mız em­ro­lun­du. Na­maz­la­rı­mız­da dik­kat­li ve de­vam­lı ol­mak­la ve ken­di­mi­zi Ona kar­şı so­rum­lu­luk bi­lin­ci için­de tut­mak­la em­ro­lun­duk.  Çün­kü he­pi­miz he­sap gü­nü Onun hu­zu­run­da top­la­na­ca­ğız".(Enam 71,72)


Mut­ta­ki ola­bil­me­nin önem­li ayak­la­rın­dan bi­ri­si­de sa­hip ol­du­ğu­muz ma­lın ze­ka­tı­nı dü­zen­li ola­rak ver­mek­tir. Be­de­nin şük­rü na­maz oruç gi­bi iba­det­ler­dir. Ma­lın şük­rü ise ze­ka­tı ver­mek ve in­fak­ta bu­lun­mak­la olur. Zekât, Al­la­hu Teâlâ'nın zen­gi­nin ser­ve­tin­den fa­ki­re hak ola­rak ta­nı­dı­ğı ve İslâm'ın sos­yal ver­gi­si ola­rak öden­me­si ge­re­ken bir farz­dır. Sağ­lık­lı bir fert top­lum iliş­ki­si­nin ku­ru­la­rak gö­nül köp­rü­le­ri ku­ru­la­bil­me­si­nin en önem­li fonk­si­yon­la­rın­dan baş­ta ge­le­ni ze­kat­tır.  Mal ve mül­kün asıl sa­hi­bi olan Yü­ce Rab­bi­miz, kul­la­rı­na ser­vet ih­san eder­ken bu ser­vet­ten fa­kir­le­re zekât is­mi al­tın­da bir hak ayır­ma­mı­zı da şart koş­muş­tur. Zekât zo­run­lu­dur ve farz kı­lı­nan bir iba­det­tir, sa­da­ka ise gö­nül­den ko­pan bir yar­dım­dır. Her iki­si de İslâm'ın emir­le­rin­den­dir. Zekât fa­ri­za­sı­nı ye­ri­ne ge­tir­mek­le sa­da­ka ver­mek­ten kur­tul­muş ola­ma­ya­ca­ğı­mız gi­bi sa­da­ka ver­mek­le de zekâtı ye­ri­ne ge­tir­miş ola­ma­yız. Pey­gam­be­ri­miz, "En fa­zi­let­li sa­da­ka se­nin sağ­lık­lı ve eli sı­kı zen­gin ol­ma­yı ümid edip, fa­kir­lik­ten kork­tu­ğun za­man­da ver­di­ğin sa­da­ka­dır" Bu­yur­muş­tur. Mut­ta­ki ola­bil­me­nin ön şart­la­rı Rab­bi­mi­zin emir­le­ri­ni ye­ri­ne ge­tir­mek ve Pey­gam­be­ri­mi­zin ah­la­kı üze­re ya­şa­mak­tır. Kı­sa­ca­sı; Al­lah'a kul, Pey­gam­be­ri­mi­ze üm­met ola­bil­mek­tir. 


İb­ni Ce­rir der­ki: "Ey iman eden­ler! Ses­le­ri­ni­zi Pey­gam­ber'in se­si­nin üs­tü­ne yük­selt­me­yin. Bir­bi­ri­ni­ze ba­ğır­dı­ğı­nız gi­bi, Pey­gam­ber'in ya­nın­da yük­sek ses­le ba­ğır­ma­yın; yok­sa siz far­kı­na var­ma­dan amel­le­ri­niz bo­şa gi­di­ve­rir." (Hu­cu­rat 2) Aye­ti na­zil ol­du­ğun­da Sa­bit ib­ni Kays ağ­la­ma­ya baş­la­dı. Asim ib­ni Adi ona  "Ey Sa­bit! Se­ni ağ­la­tan ne­dir?" di­ye sor­du. Sa­bit ise "Şu aye­ti ke­ri­me­dir. Be­nim hak­kım­da na­zil ol­muş ol­ma­sın­dan kor­ku­yo­rum. Ben yük­sek ve gür ses­li­yim" di­ye­rek evi­ne git­ti, ha­nı­mı Ce­mi­le'ye kıs­ra­ğı­mın ahı­rı­na gir­di­ğim za­man üze­ri­me kol de­mi­ri­ni çi­vi­le, Al­lah be­ni af­fe­din­ce­ye ve­ya Al­lah re­su­lü ben­den hoş­nut olun­ca­ya ka­dar bu­ra­dan çık­ma­ya­ca­ğım de­di. Asım, Al­lah re­su­lü­ne gi­de­rek onun bu du­ru­mu­nu ha­ber ver­di. Ra­su­lul­lah: "git onu ba­na ça­ğır." bu­yur­du. Asım, Sa­bit'e gel­di­ğin­de onu kıs­ra­ğın ahı­rın­da bul­du ve ona "Al­lah Re­su­lü se­ni ça­ğı­rı­yor." de­di. Bir­lik­te git­ti­ler. Al­lah re­su­lü Sa­bi­te "Ey Sa­bit! Se­ni ağ­la­tan ne­dir?" di­ye sor­du. Sa­bit "Ben gür ses­li­yim, 'Ey iman eden­ler! Ses­le­ri­ni­zi Pey­gam­ber'in se­si­nin üs­tü­ne yük­selt­me­yin…"  Aye­ti­nin be­nim hak­kım­da na­zil ol­muş ol­ma­sın­dan kork­tum" de­di. Hz. Pey­gam­ber ona "Övül­müş ola­rak ya­şa­mak, şe­hit ola­rak öl­mek ve cen­ne­te gir­mek is­te­mez mi­sin?" bu­yur­du. Sa­bit der­ki "Al­lah re­su­lü­nün müj­de­sin­den hoş­nut ola­rak bir da­ha as­la se­si­mi Al­lah re­su­lü­nün se­sin­den yük­sek çı­kar­ma­dım" Aka­bin­de "Al­lah'ın el­çi­si­nin hu­zu­run­da ses­le­ri­ni kı­san­lar, şüp­he­siz Al­lah'ın kalp­le­ri­ni tak­va ile im­ti­han et­ti­ği kim­se­ler­dir. On­la­ra mağ­fi­ret ve bü­yük bir mükâfat var­dır." (Hu­cu­rat 3) Aye­ti na­zil ol­muş­tur. Ne gü­zel has­sa­si­yet, de­rin­lik, tes­li­mi­yet, iman ve sev­gi. 


Hz. Ab­bas ın Al­lah Re­su­lü Me­di­ne ye hic­ret ede­ce­ği za­man, onu ko­ru­ya­bi­le­cek mi­si­niz de­me­si üze­ri­ne mal­la­rı­mı­zı ve can­la­rı­mı­zı ko­ru­du­ğu­muz gi­bi onu da ko­ru­ya­ca­ğı­mı­za Al­lah adı­na söz ve­ri­yo­ruz. Al­lah Re­su­lü atı­nı der­ya­ya sür­se biz­ler­de hiç te­ret­tüt et­me­den ve gö­zü­mü­zü kırp­ma­dan sü­re­riz di­yen o gü­zel sa­ha­bi, Sa­bit İb­ni Kays, Hz. Ebu Be­kir dev­rin­de Yemâme sa­va­şın­da şe­hit dü­şe­rek pey­gam­be­ri­mi­zin (şe­hit­lik na­sip ola­ca­ğı) müj­de­si­ne na­il ol­muş­tur. Al­la­hın ira­de­si­ne tes­lim ol­mak, pey­gam­be­ri­ni sev­mek ve mut­ta­ki ol­mak böy­le olur.