Pey­gam­be­ri­miz (a.s) "Ey in­san­lar! "Rab­bi­niz bir­dir. Ba­ba­nız­da bir­dir. He­pi­niz Adem­den­si­niz. Adem ise top­rak­tan­dır. Bir ır­kın di­ğe­ri­ne üs­tün­lü­ğü yok­tur. Üs­tün­lük an­cak tak­va­da­dır. Al­lah ya­nın­da en kıy­met­li ola­nı­nız Ona en çok ita­at ede­ni­niz­dir" Bu­yur­muş­tur.  


"Ey in­san­lar! Doğ­ru­su biz si­zi bir er­kek ve bir ka­dın­dan ya­rat­tık. Bir­bir­le­ri­ni­zi ko­lay­ca ta­nı­ya­sı­nız di­ye mil­let­le­re ve ka­bi­le­le­re ayır­dık. Mu­hak­kak ki Al­lah'ın ya­nın­da en de­ğer­li ve en üs­tün ola­nı­nız tak­va ba­kı­mın­dan en üs­tün ola­nı­nız­dır. Şüp­he­siz Al­lah bi­len­dir"  (Hu­cu­rat,13) Kur'an ve sün­ne­tin in­san­lar için üs­tün­lük öl­çü­sü ola­rak gös­ter­di­ği yegâne de­ğer bi­ri­mi 'tak­va'dır. Irk­la­rın, renk­le­rin ve dil­le­rin fark­lı olu­şu, huy ve ahlâkla­rın de­ği­şik ol­ma­sı, ka­bi­li­yet ve ye­te­nek­le­rin ay­nı ol­ma­ma­sı çe­kiş­me ve ay­rı­lı­ğı ge­rek­ti­ren bir se­bep de­ğil­dir. Ak­si­ne, tüm yü­küm­lü­lük­le­ri ye­ri­ne ge­tir­mek ve bü­tün ih­ti­yaç­la­rı gi­der­mek için yar­dım­laş­ma­yı ge­rek­ti­ren bir un­sur­dur. Ren­gin, ır­kın, di­lin ve di­ğer fark­lı­lık­la­rın Yü­ce Al­lah'ın öl­çü­sün­de he­sa­ba ka­tı­la­cak bir de­ğer­le­ri yok­tur. Or­ta­da an­cak tüm de­ğer­le­rin ken­di­si ile be­lir­len­di­ği ve in­san­la­rın üs­tün olup ol­ma­dık­la­rı­nın ken­di­si ile bi­lin­di­ği bir tek öl­çü var­dır. Bu öl­çü: "Al­lah ya­nın­da en üs­tün ola­nı­nız O'ndan en çok sa­kı­na­nı­nız­dır " ya­ni 'tak­va' öl­çü­sü­dür. Ger­çek­te de­ğer­li in­san Al­lah ka­tın­da şe­ref­li olan­dır. Dün­ya­da­ki mev­ki, ma­kam ve pa­ye­ler ise ge­çi­ci­dir. Yü­ce Al­lah si­zi bi­le­rek ve ta­nı­ya­rak ken­di öl­çü ve de­ğer­le­ri ile tar­tar. "Al­lah bi­len­dir, her şey­den ha­ber­dar olan­dır."


İş­te böy­le­ce tak­va öl­çü­sü ile bü­tün fark­lar ve tüm di­ğer de­ğer­ler, de­ğe­ri­ni kay­be­der. İn­sa­na de­ğer ka­tan tek öl­çü olan tak­va ile de yer­yü­zün­de­ki bü­tün ça­tış­ma ve düş­man­lık se­bep­le­ri yok olur. İn­san­la­rın üze­ri­ne tit­re­yip sı­kı­ca ya­pış­tı­ğı ve de­ğer ver­di­ği bü­tün yer­yü­zü de­ğer­le­ri iş­te böy­le­ce bi­rin­ci ön­ce­li­ği­ni kay­be­der. İn­san­la­rın bir­bi­ri ile kay­naş­ma­sı ve yar­dım­laş­ma­sı için açık bir se­bep or­ta­ya çık­mış olur. Bu be­li­ren se­be­bin ya­nı sı­ra, al­tın­da yer al­mak için her­ke­sin bir­bi­ri ile ya­rış­tı­ğı bir tek de­ğer öl­çü­sü yük­se­lir. Bu da yü­ce Al­lah adı­na yük­se­len tak­va san­ca­ğı­dır. İs­la­mın in­san­lı­ğı, ırk­çı­lık, böl­ge­ci­lik, ka­bi­le­ci­lik ve ai­le ta­as­su­bu­nun be­la­la­rın­dan kur­tar­mak için ge­tir­di­ği öl­çü bu­dur.  Bu ta­as­sup­la­rın hep­si çe­şit­li bo­ya­la­ra gir­se de, de­ği­şik isim­ler al­sa da, ca­hi­li­yet­ten kay­nak­lan­dı­ğı­nı unut­ma­mak ge­re­kir. Bun­la­rın tü­mü İs­lam'dan so­yut­lan­mış­tır. Ma­le­sef gü­nü­müz­de ise baş­ta ABD ve Av­ru­pa Ül­ke­le­ri ol­mak üze­re bir­çok böl­ge­de sü­rek­li ırk­çı­lık ta­as­su­bu git­tik­çe yay­gın­la­şı­yor. Al­man­ya da ya­şa­nan­lar he­pi­mi­zin ma­lu­mu.


İs­lam her tür­lü ca­hi­li­yet ta­as­sup­la­rı ile mü­ca­de­le et­miş­tir. İs­lam'ın bun­dan ga­ye­si, bir­lik ve be­ra­ber­lik ru­hu içe­ri­sin­de tüm dün­ya­yı ku­cak­la­yan ve in­sa­na ya­ra­şır ev­ren­sel sis­te­mi­ni kur­mak­tır. Ni­te­kim Pey­gam­be­ri­mi­zin öm­rü bu mü­ca­de­le ile geç­miş­tir. Zi­ra He­pi­niz Adem'in ço­cuk­la­rı­sı­nız.  Adem ise top­rak­tan ya­ra­tıl­mış­tır. İn­san­lar ata­la­rı ile övün­me­yi bı­rak­sın­lar yok­sa Yü­ce Al­lah'ın ka­tın­da bir de­ğe­ri­niz ol­maz bu­yur­muş­tur. Özel­lik­le­de in­sa­nın as­li ma­ya­sı olan top­ra­ğa vur­gu ya­pıl­mış­tır ki, top­rak gi­bi ol. Ya­ni mü­te­va­zi ol, bö­bür­len­me, ki­bir­len­me, kim­se­yi kü­çük gör­me di­ye. İs­lam top­lu­mu­nun üze­ri­ne otur­du­ğu te­mel bu­dur. Yok­sa Al­lah in­din­de ırk­la­rın, renk­le­rin, mev­ki ve ma­kam­la­rın bir öne­mi ol­ma­dı­ğı ve öl­çü­nün "Tak­va" ol­du­ğu Kur'an ve sün­net­te sa­rih bir şe­kil­de bil­di­ril­miş­tir.


Hz. Os­man tak­va eh­li­nin özel­lik­le­ri­ni şöy­le sı­ra­la­mış­tır.

Sa­lih­ler­le ve sa­dık­lar­la (Hak dost­la­rıy­la) be­ra­ber ol­mak.

Nef­si­ni ıs­lah edip di­li­ne hâkim ol­mak.

Dün­ya­lık­lar­dan nef­si­ne hoş ge­len bir şe­ye eriş­ti­ğin­de onun za­rar-zi­ya­nı­nı ayırt ede­bil­mek, 

Din­den ken­di­si­ne az bir şey bi­le na­sip ol­du­ğun­da onu da ga­ni­met bil­mek.

Ha­ram ka­rı­şır en­di­şe­siy­le mi­de­si­ni helâlden de ol­sa tam ola­rak dol­dur­ma­yıp ri­ya­zet (zühd ve tak­va mak­sa­dıy­la dün­ya zevk­le­rin­den ka­çın­ma ve nef­sin is­tek­le­ri­ni yen­me­ye ça­lış­ma) hâlin­de ol­mak.

(Hiç­lik ve te­va­zu his­si­ya­tı se­be­biy­le) bü­tün in­san­la­rın kur­tul­du­ğu­nu, yal­nız ken­di­si­nin mah­vol­du­ğu­nu dü­şün­mek."
Tak­va na­sıl olu­nur? Ce­na­bı Hakk'a dost ola­bil­mek, cen­ne­ti hak edip Ce­ma­lul­la­hı gö­re­bil­mek, cen­ne­tin gü­zel­lik­le­rin­den, de­rin­lik­le­rin­den, ilâhî ik­ram­dan an­la­ya­bi­le­cek bir kal­be dün­ya­da sa­hip ola­bil­mek­le olu­nur. Bu se­bep­le tak­va; ku­lun, ya­şam ve söy­lem­le­ri­nin her ka­re­sin­de, hat­ta her ne­fes­te Ce­na­bı-ı Hakk'ın rı­za­sı­nın aran­ma­sı­dır. Böy­le­ce kul, Al­lah ve Re­su­lü 'ne bü­yük bir aşk ve mu­hab­bet ile bağ­la­na­cak, bü­tün ya­ra­tı­lan­la­ra da Hâlı­kı Zül­celâl'in na­za­rıy­la şef­kat ve mer­ha­met­le ba­ka­cak­tır.


Velhâsıl in­san, bir hiç­ken yok­tan var edil­di­ği­ni unut­ma­ya­rak, in­san­lar na­za­rın­da iti­bar sâhi­bi ol­mak­tan zi­ya­de Al­lah ka­tın­da Sa­lih kul ol­ma­nın gay­re­ti için­de ol­ma­lı ve şu fâni âlem­de en muh­kem sı­ğı­nak ve en çok muh­taç ol­du­ğu­muz  'tak­va el­bi­se­si­ne sım­sı­kı sa­rıl­ma­lı­dır. Sa­de­ce tak­va sa­hi­bi kul­lar, te­fek­kür­de de­rin­le­şe­rek ba­har­da açan rengârenk çi­çek­le­rin di­lin­den an­lar, öten kuş­la­rın li­sa­nı­na aşi­na ola­rak an­lam yük­lü ma­na­la­rı çı­ka­ra­rak on­lar­da­ki za­ra­fet, in­ce­lik ve gü­zel­li­ği, ru­ha­ni ha­yat­la­rı­na ak­set­ti­rir­ler. So­nuç­ta ise çi­çek­ler gi­bi in­ce ruh­lu, mey­ve­li ağaç­lar gi­bi ik­ram sa­hi­bi olur­lar. İş­te bun­lar, Yü­ce Rab­bi­mi­zin, Kur'an-ı Kerîm'de öve­rek müj­de­le­di­ği bah­ti­yar kim­se­ler­dir.


"Al­lah'ın üze­ri­niz­de­ki ni­met­le­ri­ni ve "din­le­dik ita­at et­tik" de­di­ği­niz za­man­ki ah­di­ni­zi ha­tır­la­yın. Al­lah'tan kor­kun. Şüp­he yok ki, Al­lah kalp­ler­de olan­la­rı da (sır­la­rı) bi­len­dir" ( Ma­ide, 7).
"Ha­yır! Kim ah­di­ni ye­ri­ne ge­ti­rir ve Al­lah­tan kor­kar­sa şüp­he­siz Al­lah da mut­ta­ki­le­ri se­ver" (Al-i İm­ran 176).
"De ki: "Si­ze bun­dan da­ha ha­yır­lı­sı­nı ha­ber ve­re­yim mi? Mut­ta­ki­ler için, Rab­le­ri­nin ka­tın­da, için­de de­vam­lı ka­la­cak­la­rı, al­tın­dan ır­mak­lar akan cen­net­ler, te­miz eş­ler ve Al­lah'ın rı­za­sı var­dır. Al­lah kul­la­rı­nı en iyi gö­ren ve bi­len­dir" (Al-i İm­ran 15)  "... Tak­va sa­hip­le­ri için, Al­lah ya­nın­da bu­lu­nan ödül­ler ise (dün­ya­da­ki­ler­den) da­ha ha­yır­lı­dır.(Al-i İm­ran 198)