Mut­ta­ki­le­rin en önem­li va­sıf­la­rın­dan bi­ri­si­de, baş­ka­la­rı­nın ku­sur ve gü­nah­la­rı­nı gör­mek, araş­tır­mak ye­ri­ne ken­di gü­nah­la­rı­nı gö­re­rek iç­ten­lik­le, sa­mi­mi ola­rak Al­lah'tan af ve mağ­fi­ret di­le­me­le­ri­dir.
"On­lar (mut­ta­ki­ler) 'Rab­bi­miz! Biz şüp­he­siz inan­dık, bu­nun için gü­nah­la­rı­mı­zı bi­ze ba­ğış­la ve bi­zi ate­şin aza­bın­dan ko­ru' di­yen, sab­re­den, doğ­ru olan, gö­nül­den kul­luk eden, ha­yır yo­lun­da har­ca­yan ve se­her va­kit­le­rin­de (Rab­le­rin­den) ba­ğış­lan­ma di­le­yen­ler­dir. (Al-i İm­ran 16-17) Bir baş­ka ayet-i ke­ri­me­de mut­ta­ki­le­rin va­sıf­la­rı şöy­le be­lir­ti­li­yor: "Tak­va­ya eren­ler (yok mu?) on­la­ra şey­tan­dan her han­gi bir arı­za iliş­ti­ği za­man (Al­lah'ın emir ve­ya nehy et­ti­ği şey­le­ri) iyi­ce dü­şü­nür­ler, bir de ba­kar­sın ki on­lar (ha­ki­ka­ti) gö­rüp bil­miş­ler­dir. (Ya­ni te­la­fi yo­lu­na git­miş­ler­dir) (Araf 201) Al­lah'tan baş­ka kim­den mağ­fi­ret di­le­ni­le­bi­lir ki?  Ayet-i ke­ri­me­si in­sa­na za­af­la­rı­nı ha­tır­la­tı­yor. Yü­ce Rab­bi­mi­ze kar­şı bir ku­sur iş­le­yip gü­na­ha gir­dik ise Na­suh bir töv­be ile töv­be edip ba­ğış­lan­ma di­le­me­miz is­te­ni­yor. Kul be­şer­dir şa­şa­bi­lir. İn­sa­nız, her za­man ha­ta ve gü­nah­la­rı­mız ola­bi­lir. Önem­li olan ha­ta ve gü­nah iş­le­me­mek de­ğil ha­ta­la­rı­mı­zı gö­re­bil­mek ve te­la­fi yo­lu­na gi­de­bil­mek­tir. Kul­la­ra kar­şı bir yan­lı­şı­mız ol­du ise özür di­le­yip he­lal­leş­mek­tir. Kur'an ya­ra­tı­lış ama­cı­mı­za uy­gun bir şe­kil­de is­tiğ­fa­ra teş­vik edi­yor. "Kim Al­lah'a ve Re­su­lü­ne ita­at eder, yap­tı­ğı gü­nah­lar­dan ötü­rü Al­lah'tan kor­kar ve ge­ri ka­lan öm­rün­de de O'ndan sa­kı­nır­sa, iş­te kur­tu­lu­şa eren­ler on­lar­dır" (Nur 52)
Mut­ta­ki ola­bil­me­nin önem­li özel­lik­le­rin­den bi­ri­si­de, dost­luk­la­rın­da sa­mi­mi ve de­vam­lı ol­mak­tır. "O gün, (mah­şer gü­nü) Al­lah'a sı­ğı­nıp emir­le­ri­ne ya­pı­şa­rak, gü­nah­lar­dan arı­nıp, azap­tan ko­ru­nan­lar, kul­luk ve so­rum­lu­luk şuu­ruy­la, hak­la­rı­na ve öz­gür­lük­le­ri­ne sa­hip çı­ka­rak tak­va­ya sa­rı­lan, dinî ve sos­yal gö­rev­le­ri­nin bi­lin­cin­de olan mü­min­ler dı­şın­da, dost olan­lar bi­le bir­bir­le­ri­ne düş­man ke­si­lir­ler" (Zuh­ruf, 67).
Mut­ta­ki ola­bil­me­nin önem­li özel­lik­le­rin­den bi­ri­si­de hak­tan ve ada­let­ten ay­rıl­ma­mak­tır. "Ey iman eden­ler! Al­lah için (hak­kı) ayak­ta tu­tan­lar ve adâlet­le şa­hit­lik eden kim­se­ler olun! Bir kav­me olan ki­ni­niz, si­zi as­la ada­let­siz ol­ma­ya sevk et­me­sin! Âdil olun! Bu, tak­va­ya da­ha ya­kın­dır. Ve Al­lah'tan sa­kı­nın! Şüp­he­siz ki Al­lah, ne ya­par­sa­nız hak­kıy­la ha­ber­dar­dır" (ma­ide 8) "Ey iman eden­ler! Ada­le­ti ti­tiz­lik­le ayak­ta tu­tan, ken­di­niz, ana ba­ba­nız ve ak­ra­ba­nız aley­hin­de de ol­sa Al­lah için şa­hit­lik eden kim­se­ler olun… He­va ve he­ve­se uyup ada­let­ten sap­ma­yın…"(Ni­sa 135)
Da­ima hak­lı­nın ya­nın­da olan Pey­gam­be­ri­miz (a.s) ın ya­şam tar­zı­na ba­ka­rak ada­le­tin ne ka­dar önem­li ol­du­ğu­nu da­ha iyi an­la­mak müm­kün­dür. Pey­gam­be­ri­miz ha­ya­tı bo­yun­ca ne­re­de olur­sa ol­sun, kim­den ge­lir­se gel­sin hep hak­lı­nın ya­nın­da yer al­mış, bu­nu ken­di­si­ne amaç edi­nen fa­ali­yet­le­rin için­de bu­lun­muş­tur. Da­ha genç yaş­ta iken hıl­fu`l fü­dul` Ce­mi­ye­tin­de yer ala­rak maz­lum­la­rın ya­nın­da, hak­sız­lık­la­rın kar­şı­sın­da mü­ca­de­le ver­miş­tir. Be­ni Mah­zu­me ka­bi­le­sin­den hır­sız­lı­ğı mes­lek edi­nen Fa­tı­ma adın­da­ki bir ka­dı­nın ce­za­sı­nın uy­gu­lan­ma­ma­sı için ara­cı ola­rak ge­len ve "Ey Al­lah'ın Re­su­lü bu ka­dın soy­lu bir ai­le­ye men­sup, bu­nun ce­za­sı uy­gu­lan­ma­sın" di­yen Usa­me bin Zeyd'e Pey­gam­be­ri­miz "Siz, siz­den ön­ce­ki ka­vim­le­rin bir­çok­la­rı­nın he­lak ol­ma ne­den­le­ri­ni bi­li­yor mu­su­nuz? Ara­la­rın­dan güç­lü ve soy­lu bi­ri­si bir suç iş­le­di­ği za­man ört bas edi­lir­ken, za­yıf ve kim­se­siz bi­ri­si bir suç iş­le­di­ği za­man ise en ağır bir şe­kil­de ce­za­lan­dı­rı­lı­yor idi. De­ğil Be­ni Mah­zu­me­den Fa­tı­ma, bu­nun ye­rin­de öz kı­zım Fa­tı­ma da­hi ol­say­dı ada­let­ten ay­rıl­maz­dım" Yi­ne "İki gu­rup in­san var­dır ki on­lar iyi olur­sa bü­tün top­lum iyi olur, on­lar bo­zu­lur­sa bü­tün top­lum bo­zu­lur, on­lar­da alim­ler le ha­kim­ler." bu­yu­ran bir Pey­gam­be­rin Üm­me­ti ol­du­ğu­mu­zu hiç bir za­man unut­ma­mak ge­re­kir.
Hak ve ada­let kav­ram­la­rı Ku­ran-ı Ke­rim de bir­çok yer­de ge­çer. Ço­ğun­luk­la de­ğer­le­rin, mükâfat­la­rın, va­at ve ce­za­la­rın ke­sin­li­ği­ni ifa­de et­mek için kul­la­nıl­mış­tır. Di­ni­mi­zin te­me­lin­de hak ve ada­let var­dır. Eğer Os­man­lı al­tı yüz yıl ayak­ta kal­dı ise bu­nu yer­yü­zün­de hak ve ada­let­le mu­ame­le et­ti­ği­ne borç­lu­dur. İnan­cı­mız te­mel hak­la­rı işa­ret edi­yor­sa biz­ler de o işa­ret is­ti­ka­me­tin­de gay­ret sarf edip hak­kın ya­nın­da yer al­mak zo­run­da­yız.
Hak­sız­lık üze­ri­ne bi­ne edi­len iş ve ya­şam tarz­la­rı ta­rih bo­yun­ca in­san­lı­ğa hep kin ve düş­man­lık ge­tir­miş­tir. İn­san­la­rın hak­lı­nın ya­nın­da, ada­le­te gö­re de­ğil­de, ken­di ya­kın­la­rı­nı hak­lı çı­kar­ma­ya yö­ne­lik dü­şün­ce­le­ri de ta­rih­te­ki ça­tış­ma ve zu­lüm­le­rin en bü­yük se­bep­le­rin­den ol­muş­tur.
Yü­ce Al­lah in­sa­nı fark­lı ye­te­nek­ler ve ki­şi­lik özel­lik­le­ri­ne sa­hip ola­cak şe­kil­de ya­rat­mış­tır. Bu ye­te­nek­le­ri­ni ge­liş­ti­re­bil­me­si için­de in­sa­nın inanç ve dü­şün­ce­le­ri­ni açık­la­ma, is­te­di­ği gi­bi inan­ma ve inanç­la­rı­nın ge­rek­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­re­bil­me hak ve öz­gür­lü­ğü­nü ge­tir­miş­tir. İs­lam'a gö­re bun­lar in­san­la­rın en te­mel hak­la­rın­dan­dır ve gü­ven­ce al­tı­na alın­mış­tır. Sa­de­ce Müs­lü­man­lar de­ğil di­ğer din men­sup­la­rı­nın da can­la­rı, mal­la­rı, inanç­la­rı ve inanç­la­rı­nın ge­rek­le­ri­ni öz­gür bir or­tam­da ye­ri­ne ge­ti­re­bil­me­le­ri gü­ven­ce al­tı­na alın­mış­tır 
Pey­gam­be­ri­miz Mek­ke'yi fet­het­ti­ği za­man "Her­ke­sin can ve mal gü­ven­li­ği mu­kad­des­tir. Ko­ru­ma al­tı­na alın­mış­tır." Bu­yu­rur­ken, Fa­tih İs­tan­bul'u fet­het­ti­ğin­de, ne bir ki­li­se ne­de bir hav­ra­yı yık­tır­ma­mış­tır. İnanç de­ğer­le­ri­ne bas­kı yap­ma­mış­tır. Or­to­doks­la­rın ru­ha­ni li­der­lik­le­ri de ha­la İs­tan­bul'da­dır. Se­la­had­din'i Ey­yu­bi Ku­düs'ü fet­het­ti­ğin­de ise bir tek in­sa­nın bur­nu bi­le ka­na­ma­mış­tır. İş­te Mut­ta­ki ol­mak bu­dur. Haç­lı or­du­la­rı Ku­düs'ü iş­gal et­tik­le­ri za­man ise el­li bin Müs­lü­man'ı ka­dın, ço­cuk,  ih­ti­yar de­me­den kı­lıç­tan ge­çir­miş­ler­dir. İş­bir­lik­çi Ya­hu­di ve Hı­ris­ti­yan­la­rın Ku­düs'te­ki ve dün­ya­nın bir­çok ye­rin­de­ki maz­lum Müs­lü­man­la­ra zu­lüm­le­ri ha­le de­vam et­mek­te­dir. Biz­ler kök­lü bir ta­ri­hi mi­ra­sa sa­hip olan bir mil­le­tiz. On­lar­la bi­zim ara­mız­da­ki fark da bu­dur. Ta­ri­hi­miz­de bun­la­ra ben­zer bin­ler­ce ör­nek­ler var­dır.