1963 yılının baharında havalar kurak gitti. Çiftçi sıkıntılıydı. Yağmur yağmazsa halimiz harap diyorlardı. Nihayet yağmur duası yapmaya karar vermişlerdir. Önce bazı ritüeller uygulanıyormuş. Daha önce hiç duymamış, görmemiştim. Köyde birkaç kez yağmur duasına katılmıştım. Ama şehirde ilk olacaktı.
Yağmur duası öncesi bir gün Ulucami'nin son cemaat mahallinde birkaç imam müezzin bir araya gelmişlerdi. Bir çuval çakıl taşına tek tek okuyup diğer çuvala atıyorlardı. Mahiyetini pek anlamadım. Sonra büyüklerime sordum. Onlar da "Adalettendir; yetmiş bin çakıl taşına "Allahım;! Sen Allah'sın, Senden başka ilah yoktur. Sen zenginsin, biz fakiriz. Bize bol yağmur indir. Allahım! Bize yardım eden, içimize sinen, bol, faydalı, her tarafı kaplayan, her tarafa akıp giden, her tarafı sulayan, umumi bir yağmur indir…" dualarının Arapçasını okuyup öbür çuvala koyarlar" dedi.
Bir süre izledim. Sonra o çakıl taşlarını birkaç torbaya bölüştürdüler ve belli çiftçilere teslim ettiler. Daha sonra duyduğumuza göre o çakıl taşların sel yataklarına ve Çatalhavuz'a az az döküyorlarmış. Yağmur yağana kadar bu hal devam ediyormuş.
Bir de daire çevrilirmiş. Yani şehrin doğusunda su deposu yakınında iki at hazır bulundurulurmuş. İki hafız efendi bu atlara bindirilirmiş. Biri güneyden, diğeri kuzeyden on beşer cüz okuyarak Gürcü Köyü'nde birleşirlermiş. Orada hatim duası yapılıp öğle namazı kılındıktan sonra kurban kesilip ziyafet verilirmiş. Ama bu defa böyle bir işlem yapıldığını duymadım.
Bu hazırlıklardan sonra Cuma namazında Ulucami'de "Falan gün Yağmur Duası için sabah namazından sonra Namazgah'ta toplanılacak" diye duyuruldu. O gün geldiğinde ben, babam ve amcam birlikte Abdibey Camii'nde sabah namazını kıldık. Oradan doğru Namazgah'a gittik.
Namazgah, dört tarafı en az üç metre yükseklikte duvarlarla çevriliydi. Duvarların iç kısmında iki sıra kavak dikiliydi. Yerler, yemyeşil çimendi. Mayısın son günleri olduğundan çimenlere çiğ düşmüştü. Namazgahın kapısından girdik. Ortalara doğru ilerledik. Çok geçmeden Namazgah doldu. Zira Çorum'un bütün camilerinden akın akın insan geliyordu.
Köylerdeki yağmur dualarında çobanlar, sürülerini de kırlara getirirlerdi. Koyunlar, sağılır inekler bir tarafa yerleştirilirlerdi. Kuzular ve buzağılar da karşı tarafa. Dua boyunca onların meleşmeleri de dua değerinde görülürdü. Küsler barıştırılırdı. Masumların duası daha makbul diye çocuklar ön saflara yerleştirilirdi. Ama Namazgahta bunların uygulanması zordu.
Namazgah'ta cemaat hazır olunca Çorum Müftüsü Mustafa Özel, Ulucami İmamı Hafız Şükrü Akmaz da ön safta yerini aldılar. Biz de saf düzeni aldık. Sonra Şükrü Hafız mihraba geçti. Cuma namazı kıldırır gibi iki rekat namaz kaldırdı. Ardından üç basamaklı minbere çıkıp Allah'ın rahmetinin bolluğunda söze başlayarak böyle zamanlarda bu rahmetini üzerimize indirmesini talep edeceğimizde, bunun için dargınların barışmalarını, herkesin birbiriyle helalleşmesini tavsiye etti. Özellikle masum çocukların, yoksulların dualarının önemine işaret etti. Hepimizi tövbe istiğfara davet etti. Rabbimizin huzuruna günahsız çıkmamızın ehemmiyetini vurguladı. Şükrü Hafız, hutbeyi bitirdikten sonra minberden inip mihraba geçti.
Müftü Mustafa Özel Hoca Efendi ayağa kalktı. Tövbe ve istiğfardan sonra yağmur duasına başladı. O dua ettikçe elleri ve parmakları yere doğru çevrili olan cemaat de hep birlikte amin diyordu. Çok coşkulu bir haldi. Amin sesleri, sanki gök kubbeyi dolduruyordu.
Dua bittikten sonra herkes, birbirine sarılarak "Hayırlısıyla, inşallah" diyorlardı. Arzuhalimizi Yaratan'ımıza sunmuş olmanın huzuruyla da dağıldık.
Günlerce yağmur bekledik. Nihayet Haziran başlarında yağmur yağmaya başladı. Bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Birden güneş otaya çıktı. Yağmur, doluya çevirdi. Biz de misafirlerimizle evde oturuyorduk. Evimizin batıya bakan pencere camlarının çoğu kırıldı. Hepimiz şaşkındık. Bu kadar camı nasıl taktıracaktık. Çarşıyı dolaştık, bütün camcılar meşgul. Halk kuyrukta. Camcılardaki camların Çorum'un ihtiyacını karşılaması imkansızdı. Çevre illerden acilen cam getirildi.
Halk, bu büyük afeti, Tepecik'teki genelevin Hıdırlık'ın kıblesine taşınmasına bağlıyordu. Bu yüzden başımıza taş yağdı diyorlardı.
Bu afetin ardından D. Seydi isimli bir şaşkın da elinde bir hoparlörle destan satmaya başladı. Sokak sokak dolaşıyordu. Bizim sokakta, evimizin  önünde bile bağırıyordu: "Hocalar taşa okudu, taş yağdı" deyip duruyordu. Halk öfkeliydi. Git, belanı başkasından bul, diyerek ondan yüz çeviriyorlardı. Meğer o herif, hocaların yağmur yağması için taşlara okuyup o taşların Çatal Havuz'a atılmasını kastediyormuş. Biz, bunu daha sonra öğrendik. Halkın sabır ve basireti sayesinde bir olay çıkmadı ama bu provokasyon, bir şehri karıştıracak kadar tehlikeliymiş. Büyükler öyle diyorlardı. Sonra anladık bunu.