1967 yılının en önemli gelişmesi, okul müdürümüz Necmi Şamlı'nın tayininin çıkışıydı. Nisan ayında hocamızın Ankara'ya gideceğini öğrendik Din Öğretimi Genel Müdürlüğü'nde Personel Şube Müdürlüğü görevine atanmıştı. Ayrılışıyla tarih derslerindeki o coşkuya hasret kalmıştık.
Necmi Şamlı hocamız, on dört yıllık hizmeti döneminde binaları, Tatbikat Camii, öğretim kadrosu, paralı ve parasız yatılı sistemleriyle okulumuzu epeyce rayına oturtmuştu. Halka yabancı ve halka tepeden bakan bir eğitim kurumu yerine halkla bütünleşen, milletin gönlüne taht kuran bir İmam Hatip Okulu bıraktı. Dönemindeki eğitim kurumlarıyla kültürel etkinliklerde, sportif karşılaşmalarda öncü konuma gelmiş bir okul devretti.
Necmi Şamlı hocamızın Ankara'ya gidişinden sonra bir süre Mehmet Çakır hocamız müdür vekilliği yaptı. Yaz döneminde ise okulumuza yeni müdür olarak Mustafa Göl'ün tayininin yapıldığını duyduk.
Derslerden çıkınca ve tatil günlerinde hep dükkana giderdim. Hem babama ve amcama yardım ederdim hem de bütünlemeye kalan öğrencilere ders verirdim. Ücret değil, hediye bile kabul etmezdim. Sınıf geçtiklerinde paraları bol sie beni pastaneye götürüp ikramda bulunmaları bile o zamanlar bana çok lüks geliyordu. Ama ben de onlara her derste mutka bisküvi arasına sıkıştırılmış lokum ikram ediyordum.
O sene Çorum İmam Hatip Okulu, kuruluşundan beri ilk kez müdür değişikliğine sahne olacaktı. Okula yeni müdür bekleniyordu. Gelecek olan, Necmi Şamlı Bey'in bıraktığı boşluğu doldurabilecek miydi? Herkes bunu sorarken tatile girdik.
1967 yılı Ağustos'unun sonlarına doğru duyduk ki okulumuza yeni bir müdür atanmış. Aslen Uşaklıymış. Hafızmış. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü mezunuymuş. Mardin İmam Hatip Okulu Müdürlüğü'nden naklen geliyormuş. Kendisi gelmeden namı geldi Çorum'a.
Okulun açıldığı günlerden itibaren onun disiplinli tavrı ve ciddiyeti, kendini hissettirmeye başladı. Öğrenciler, kılık kıyafetlerine dikkat ediyor, kurallara uymaya çalışıyorlardı. Öğretmenler bile vaktinde derse giriyorlardı. Hizmetliler ve aşçılar da vazifelerine daha sıkı sarılıyorlardı. Sınıflar ve koridorlar güzelce temizleniyor, öğrenciler derse girince koridorlara tekrar paspas atılıyordu.
Mustafa Göl hocamız, öğretmen olarak Kur'an-ı Kerim derslerimize giriyordu. Derslerinde harflerin mahreçlerinden çıkartılarak okunmasına çok önem veriyordu. Ama hafızları daha çok sıkıştırıyordu. Hafızlığını kaybetmiş olanlara çok kızıyor, maharic-i hurufa riayet etmeyişlerine asla müsamaha etmiyordu.
Onun idareciliğinden ve öğretmenliğinden etkilenmemek mümkün değildi. Ancak 1967 yılında okulların açıldığı sırada onun Yüksek İslam Enstitüsü'ne hoca olacağı söylentisi çıktı. O günlerde sık sık il dışına gidiyordu. Bir de duyduk ki Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü'ne Kur'an-ı Kerim hocası olarak tayini çıkmış. Gelişinden iki buçuk ay sonra Çorum'dan ayrıldı. Okulumuz yine müdür beklentisi içine girdi.
Öğrencilik dönemimde akşamları da ihtiyaç duyan öğrencilere ders veriyordum. Bunlardan birisi, Yasin Hatipoğlu'nun oğluydu. Babası, okuması için çok uğraşıyordu. Ama oğlunda pek heves yoktu. En az yarım dönem devam etti. Aynı şekilde Mehmet Balaban'ın oğlu Mustafa da Arapça, İngilizce, Matematik ve Türkçe derslerinden ertesi günü sözlü / yazılı sınavlarına hazırlanıyordu. Ama tez sıkılıyordu. Yine de her ikisinin derslerine biraz takviy oldu sanıyorum.
Altmışlı yıllarda köy odamıza gelmeye alışık olan bazı misafirler, şehirde de evinize gelip geceliyorlardı. Çayköylü Salih, Çukurörenli Karaçanak'ın İsmail, Hamamlıçayköylü Şuayip, Narlılı İbrahim bunlardandı. Bir akşam eski hizmetkarımız İbrahim geldi. Yemekten sonra tandırlığın yanındaki odaya yatak serdik. Onu içeri bırakıp çıktık. Aradan yarım saat geçti. Baktık, hala ışık yanıyor. Vardım, baktım ki İbrahim, soyunmuş, yatmaya hazırlanmış ama bir türlü lambayı söndüremiyor. Elektriği hiç kullanmadığı için bu durumu normal görmek gerekiyordu. Kapıyı tıklatıp içeri girdim. İyi geceler dileyerek düğmeyi çevirip lambayı söndürdüm ama bu hali hiç unutamıyorum.