Nu­ret­tin Top­çu (1909-1975) ba­tı­da dok­to­ra yap­mış, ama özü­nü kay­bet­me­miş bir ay­dın, bir mü­te­fek­kir, bir en­te­lek­tü­el fel­se­fe­ciy­di. Do­çent­lik im­ti­ha­nı­nı ver­di­ği hal­de üni­ver­si­te­ye alın­ma­yan, öm­rü li­se­ler­de fel­se­fe öğ­ret­men­li­ğiy­le ge­çen bir eği­tim­ciy­di.
Onu ya­kın­dan ta­nı­yan­lar sı­nıf­ta ders ve­ri­şi, na­maz için­de su­re oku­yan ima­mın ha­li­ne ben­ze­tir­ler. Ken­di­si de "Kırk se­ne öğ­ret­men­lik yap­tım, ma­be­de na­sıl gir­dim­se sı­nı­fa da öy­le gir­dim" di­yor.

Din adam­la­rı­nın da kalp ka­za­nı­cı, sev­gi do­lu ve an­la­yış­lı ol­ma­la­rı­nı ge­rek­ti­ği­ne ina­nır­dı. Şef­kat ve mer­ha­met­le in­san­la­ra yak­la­şan, on­la­ra mad­di ve ma­ne­vi yön­den des­tek olan din adam­la­rı­nı se­ver­di. Ho­ca­sı Ab­dü­la­ziz Efen­di'den bah­se­der­ken de duy­gu­la­nır­dı. İmam­lık­tan al­dı­ğı ma­aşı ol­du­ğu gi­bi fa­kir fu­ka­ra­ya da­ğı­tan, evi­ni ha­nı­mı­nın iş­le­di­ği ço­rap pa­ra­sıy­la ge­çin­dir­me­ye ça­lı­şan bu za­ta ger­çek din ada­mı di­ye say­gı du­yar­dı. Ab­dü­la­ziz Efen­di için "Onu ta­nı­ma­say­dım Pey­gam­ber'i an­la­ya­maz­dım" der­di.
Ho­ca, ce­mi­ye­tin her ke­si­mi­ne fark­lı ba­kar­dı. Ri­ya­kar po­li­ti­ka­cı, dal­ka­vuk ya­zar, sah­te­kar tüc­car, mer­ha­met­siz dok­tor, hi­le­kar es­naf, rüş­vet alan me­mur, çı­ğırt­kan mev­lit­çi, ka­sın­tı imam ve ke­ra­met tas­la­yan şeyh, hep­si ay­nı cins­ten ve ay­nı soy­dan­dır, bi­ri­nin di­ğe­rin­den far­kı yok­tur der­di.

Yi­ne o, "Din ada­mı ce­ma­ati­ne sev­gi ve hiz­met gö­tür­me­li. En ümit­siz an­la­rın­da on­la­ra ümit ve te­sel­li ver­me­li. Ruh­la­ra des­tek ol­ma­lı" der­di. O, sa­mi­mi­ye­te mef­tun­du, sev­gi­ye ina­nı­yor­du. Ce­la­let­tin Ök­tem, Ha­san Bas­ri Çan­tay, Mu­ham­med Ha­mi­dul­lah gi­bi din adam­la­rı­nı se­ver­di. Mev­la­na'yı, Yu­nus'u, Sü­ley­man Çe­le­bi'yi di­lin­den dü­şür­mez­di.
İs­tan­bul Er­kek Li­se­si'nde fel­se­fe öğ­ret­me­ni iken İmam Ha­tip Oku­lu'nda ders­le­re gi­ri­yor­du. Bu ders­ler­den üc­ret al­ma­sı ge­re­kir­di. Me­mur, üc­ret bor­dro­su­nu ha­zır­la­mış ve Nu­ret­tin Bey'e üc­ret­le­rin ha­zır ol­du­ğu­nu ha­tır­lat­mış­tı. Fa­kat o, üc­ret­le­ri al­ma­dı. Okul Mü­dü­rü Ma­hir İz, ho­ca­yı ça­ğı­rıp ni­çin bor­dro­la­rı im­za­la­ma­dı­ğı­nı sor­muş­tu. Ho­ca da "Bu­ra­sı din mek­te­bi, ben bu­ra­ya iba­det için ge­li­yo­rum. İba­det­ten pa­ra alı­nır mı? De­miş. Mü­dür: "Ne ya­pı­yor­sun Nu­ret­tin Bey, sen dev­let­ten zen­gin mi­sin? İh­ti­ya­cın yok­sa sen al­ma, okul­da bu ka­dar fa­kir ta­le­be var. Sen bor­dro­yu im­za­la, ben o pa­ra­yı alıp fa­kir ço­cuk­la­ra da­ğı­tı­rım" de­miş. Ho­ca da "Ben o im­za­yı at­tık­tan son­ra pa­ra­yı ka­bul et­miş olu­rum. O za­man al­mı­şım ve­ya al­ma­mı­şım fark et­mez" de­yin­ce Mer­hum Ma­hir İz, "Pes doğ­ru­su" de­miş ve bu ha­re­ke­tin se­be­bi­ni sor­muş. Ho­ca da:
"Din gö­rev­li­si has­bi ol­ma­lı­dır. Bu­ra­dan ye­ti­şen­ler din ada­mı ola­cak­lar. Ben has­bi ol­ma­lı­yım ki on­lar da has­bi ol­sun­lar" de­miş.

Bir gün Din Psi­ko­lo­ji­si der­sin­de iba­det için­de du­yu­lan vec­di ha­li­ni an­la­tır­ken ken­di­ni ve­re­rek ve her şe­yi unu­ta­rak iba­det et­me­nin de­ğe­rin­den bah­se­der. Öğ­ren­ci­ler­den bi­ri da­ya­na­ma­yıp so­rar: "Ama ho­cam, biz si­zin de­di­ği­niz gi­bi ken­din­den ge­çer­ce­si­ne na­maz kı­lar­sak rekâtla­rın sa­yı­sı­nı şa­şı­rı­rız" der. Ho­ca da "Keş­ke öy­le kı­la­bil­sen de rekâtla­rı şa­şır­san" di­ye ce­vap ve­rir. 

O, gös­te­riş­ten uzak, ih­las­lı iba­de­ti tav­si­ye eder­di. Za­ma­na gö­re din­dar, ica­bı­na gö­re dev­rim­ci tip­ler­den nef­ret eder­di. İmam Ha­tip Okul­la­rı­nın ku­ru­cu­su Mer­hum Celâlet­tin Ök­tem ho­ca­nın tek­li­fiy­le İs­tan­bul İmam Ha­tip Oku­lu'nda fel­se­fe gru­bu ders­le­ri­ne gir­di. Bu­ra­da iba­det şev­kiy­le öğ­ret­men­lik yap­tı. Oku­lun ve öğ­ren­ci­le­rin ya­pı­sı­nı ya­kın­dan ta­nı­dı. Hep on­la­rın ih­las­lı bi­rer din ada­mı ol­ma­la­rı­nı ar­zu edi­yor­du ve on­la­ra hep bu­nu öğüt­lü­yor­du. Ce­ma­ate sev­giy­le yak­laş­ma­la­rı­nı söy­lü­yor, ce­hen­nem­le teh­dit et­mek­ten uzak dur­ma­la­rı­nı söy­lü­yor­du.

Öğ­ret­men­le­rin gü­zel ko­nuş­ma­la­rı, ta­la­kat sa­hi­bi ol­ma­la­rı Ho­ca'yı se­vin­di­ri­yor ama bu hal­le­ri­nin on­la­rı ki­bir­li ve id­di­alı ha­le ge­tir­me­sin­den en­di­şe sevk edi­yor­du. Ki­bir ve id­dia, di­ni ha­ya­tı te­me­lin­den gö­tü­rür. Din ada­mı id­di­asız ve mü­te­va­zı ol­ma­lı­dır. Di­ni ha­yat, an­cak öy­le din adam­la­rı sa­ye­sin­de ya­şar ve ge­li­şir," di­yor­du.
İmam Ha­tip Okul­la­rı'nın ve Yük­sek İs­lam Ens­ti­tü­le­ri'nin var­lı­ğı­nın bu ül­ke için bir umut ol­du­ğu­nu vur­gu­lu­yor­du. Bu okul­la­rın ve fa­kül­te­le­rin sa­yı­la­rı­nın ço­ğal­ma­sıy­la bu eği­tim ku­rum­la­rı­nın de­je­ne­re ol­ma­sın­dan en­di­şe du­yu­yor­du.

Ben, ta el­li­li yıl­lar­da Nu­ret­tin Top­çu'nun duy­du­ğu bu en­di­şe­yi yıl­lar­dır hiç his­set­me­dim. An­cak son yıl­lar­da Bu ko­nu­yu özün­den sap­ma­dan sa­mi­mi­yet ve ih­las­la tek­rar ele al­mak­ta ya­rar ol­du­ğu ka­nı­sın­da­yım. 

Bin­ler­ce de­ğil, mil­yon­lar­ca öğ­ren­ci­yi din eği­tim ku­rum­la­rı­na alır­ken müf­re­dat ve ye­tiş­miş eği­tim kad­ro­su­nun ya­nı sı­ra ku­ru­luş fel­se­fi­si­ne sa­da­kat ko­nu­la­rın­da bir öz eleş­ti­ri­ye de ih­ti­yaç ol­du­ğu söy­le­mek­te bir sa­kın­ca ol­ma­sa ge­rek.

Bu okul­la­rın ku­rul­du­ğu yıl­lar­da­ki ho­ca­la­rı­mı­zın, Nu­ret­tin Top­çu'nun ifa­de­siy­le "Ma­be­de gi­rer gi­bi bir hu­şu ile der­se gi­rer" ru­hu hâlâ ta­şı­yıp ta­şı­ma­dı­ğı­mı­zı sor­gu­la­mak du­ru­mun­da­yız. Bu nok­ta­da ne dü­zey­de ol­du­ğu­mu­zu iti­raf et­me­den, ye­ni bir ya­pı­lan­ma­ya git­me­den ay­nı yer­de sa­ya­ca­ğı­mı­zı da unut­ma­mak la­zım.

ÖNEM­Lİ NOT:
4 Ekim 2018 Per­şem­be gü­nü Nec­det Ya­vuz'un "Ka­mu­oyu­na Açık Mek­tup" baş­lık­lı açık­la­ma­sı­nı dik­kat­le oku­dum. Der­hal al­tı­na im­za ata­bi­le­ce­ği­mi bu­ra­dan ilan edi­yo­rum. 
1953 yı­lın­dan be­ri Ço­rum'da din eği­ti­mi ala­nın­da hiz­met ve­ren, ili­mi­ze ve ül­ke­mi­ze bin­ler­ce din gö­rev­li­si, müf­tü, va­li, kay­ma­kam, si­ya­set­çi, eği­tim­ci ve ilim ada­mı ye­tiş­ti­ren Ço­rum İmam Ha­tip Oku­lu'nun ye­ri­ne dar­be vu­rul­ma­sı­na me­zun­la­rın­dan alın da ya­pı­mı­na ziy­ne­ti­ni ve­ren ka­dın­la­ra, am­ba­rın­dan buğ­da­yı­nı ve­ren ve­fakâr hal­kı­na ka­dar hiç kim­se ra­zı ol­maz.

Ço­rum'da ve böl­ge­sin­de bir mar­ka ha­li­ne gel­miş olan İmam Ha­tip Oku­lu'nun or­ta­sın­dan yol ge­çi­ril­me­si bir za­ru­ret de­ğil­dir. Nec­det Ya­vuz Bey, ge­çi­ri­le­cek yol içen al­ter­na­tif gü­zergâh gös­ter­miş­tir. Ay­nı şe­yi ön­ce­ki iki baş­ka­na ben de söy­le­dim. Ama tek­li­fim ka­bul gör­me­di. Ken­di plan­la­rı­nın da­ha sık ol­du­ğun­da ıs­rar et­ti­ler. Ka­mu vic­da­nı­nı dik­ka­te al­mak ge­rek­ti­ği­ne ik­na ede­me­dim.
Me­rak edi­yo­rum Ço­rum'un es­ki okul­la­rın­dan Ata­türk Li­se­si'nin, Eti Li­se­si'nin, En­düs­tri Mes­lek Li­se­si (Sa­nat Oku­lu) bah­çe­si­nin tam or­ta­sın­dan böy­le bir yol ge­çir­me­ye kal­kı­şıl­sa ne­ler olur?

İmam Ha­tip Li­se­si me­zun­la­rı ve men­sup­la­rı­nın ses­siz du­ru­şu­na bak­ma­yın. Hep­si de bu­nun bir çö­züm yo­lu­nun ola­bi­le­ce­ği dü­şün­dük­le­ri ve bek­le­dik­le­ri için.
As­lın­da kim­se yo­la kar­şı de­ğil. Yo­lun ca­mi ile okul bi­na­sı ara­sın­dan geç­me­si ye­ri­ne ca­mi şa­dır­va­nı­nı ve ted­ri­sat bi­na­sı­nı da ala­rak kav­şa­ğa ulaş­ma­sı­na kim­se­nin iti­ra­zı yok­tur. Ço­ğu me­zu­nu­muz ve men­su­bu­muz olan ye­rel yö­ne­ti­min yet­ki­li ve et­ki­li ki­şi­le­ri, emi­nim ki fer­ya­dı­mı­za ku­lak ve­re­cek­ler­dir. 
Say­gı­la­rım­la.