İlkokul, evden ilk kez ayrılan çocuğun, günün büyük bir bölümünü yeni arkadaşlarla geçirdiği evden farklı bir ortamdır. Çocuğun ilk toplumsallaştığı yerdir. Anne/babadan ayrılmanın korkusuyla bir türlü dinmeyen gözyaşları, okuma yazmayı öğrenemediği için işitilen azar ya da arkadaşlarının alay etmesi okula okula yeni başlayan çocuklarda uzun yıllar zihinlerinde silinmeyecek izler bırakabilir.
Çocuk ilk kez belirli bir disiplin dâhilinde kurallara uymak, öğretmenin talimatını yerine getirmek ve daha da önemlisi okuma yazma, aritmetik vb. konuları öğrenmek gibi görevlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu anlamda okula uyum süreci çok önemlidir.
Çocuklar birer aynadır. Çocuk ilkokulda ki öğretmenin kopyası olmaya özenecektir onun için de öğretmen çok önemlidir.  Kısa süreliğine ya da belki çok uzun bir süre- sınıf öğretmeni çocuğunuzun yeni kahramanı olacak, sözleri sizin sözünüzden daha doğru ve geçerli olacaktır hatta onun sözü üzerine söz söyletilmeyecektir. Veliler olarak ev içindeki otoritemizi korumak istiyorsak, çocuğumuzun öğretmeni ile ters  düşmemeliyiz! 
Çocuğun okula uyumu noktasında anne babanın katkısının yanında sınıf öğretmenine çok büyük işler düşmektedir. İyi bir iletişim, çocuklarla çocuk olma, onları anlayabilme özelliklerine sahip olan sınıf öğretmenleri her zaman başarılı olacaktır.  Ama şunu rahatlıkla da söyleyebiliriz ki ülkemizde sınıf öğretmenleri pedagojik anlamda çok iyiler ve çocukların okula uyumu noktalarında büyük özveri ile gayret göstermektedirler.
Her ne kadar okulların açıldığı ilk günlerde ağlayan, anne babalarından ayrılmak istemeyen çocuklar olsa da genel olarak büyük bir heyecan içerisinde okula geldiklerini görmekteyiz. Okulun ilk gününü ilerleyen yaşlarımıza rağmen bizler dahi unutmamışızdır. Tüm bu gözyaşlarına rağmen çocuklarımız okulu severek, neşe içerisinde ve büyük bir heyecanla geliyorlar.
Ya sonrası?
Bir süre sonra özellikle de ortaokul seviyesinden itibaren ilgisini ve neşesini yitiren, yavaş yavaş içine doğru kapanmaya başlayan çocukları görmeye başlıyoruz. Ve sonunda çocuklarımız isyan etmeye başlıyor. Yarın okula gitmesem olmaz mı? Cümlesiyle anne babalarına feryatlarını dile getiriyorlar.
Ama Neden?
Gerek okula başlamadan gerekse ilkokul döneminde oyun ve etkinlikler bu yaştaki çocuklar için hayatlarının vazgeçilmezleridir. Oyunla bu yaşa gelen çocuklar okulun ilk günlerinden itibaren çok fazla bilgi bombardımanına tutulmaktadırlar. Bu çocukların ihtiyaçları iyi belirlenmemesi durumunda ağır yükü kaldıramamaktadırlar. Öğrenmeye çalıştıkları dersin mantığını kavrayana kadar bu onları dersleri ezberlemeye mecbur bırakıyor. Bir süre sonra eğlenerek öğrenmesi gereken dersler, çocuklar için işkence haline geliyor. Beyni hep aynı şeylerle meşgul etme, sıkıcı çalışma kâğıtlarını doldurmaya zorlama, projelerle meşgul etme ve acımasız sınav gerçekleri… Hele bir de öğretimde öğretmenlerimize fırsat bırakmayan katı bir müfredat anlayışı var ise o zaman durum daha da vahim bir hale gelebiliyor. Yukarıda sayabildiğimiz ve sayamadığımız sebeplerin sonucunda çocuklarımız okullardan nefret etmeye başlıyorlar. Hatta ilerleyen yaş ve sınıflarda maalesef sınıf terk olayları ile karşı karşıya kalıyoruz.
Yukarıda bizzat kendi kızıma sorulmuş bir soruyu görevli olduğum seminerlerde katılımcılara da paylaştım. Katılımcılara;  "Bu soru, kızım kaçıncı sınıfta iken ya da kaçıncı sınıf müfredatına uygun sorulmuş olabilir" soruyordum. Bu soruyu bugüne kadar doğru tahmin eden olmadı. Cevabı çok meraklandırmadan ben cevaplayayım. Bu soru bir devlet okulunda ve birinci sınıfın son döneminde soruldu. Evet, yanlış okumadınız. Bir devlet okulunda 1. sınıfın son döneminde soruldu.
Eğitim sistemimiz sınav odaklı olduğu sürece bu tip soruları bu sınıf düzeyinde görmeye devam edeceğiz ve maalesef büyük bir heyecan ve zevkle gelen çocuklarımızı daha en başta okuldan soğutmaktayız.
Burada maalesef öğretmenlerimizin kendi aralarındaki acımasız sınav yarışı ve ebeveynlerin öğretmenler üzerine kurduğu sınav baskısı (-ki ben buna mahalle baskısı diyorum) oyun çağındaki, hoplaması, zıplaması, eğlenmesi gereken çocuklarımız üzerinde olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Daha da kötüsü bu sonuçların ilerleyen yıllarda da telafisi mümkün olmamaktadır.
O zaman şu soruyu ciddi olarak kendimize sorma zamanı geldi de geçiyor. 
Biz bu çocuklara ne yapıyoruz  okulu bir türlü sevdiremiyoruz?