Kocası ölen Zahide kadın, oğluna hem analık hem babalık yapmak zorunda kalmıştı. Kimseye muhtaç olmamak için evlere temizliğe giderek oğlunu büyüterek okumasını da sağladı. 
Mustafa,  zeki ve çalışkan bir çocuktu. Annesinin emeklerini boşa çıkarmadı, okulları başarıyla bitirip doktor oldu. 
Zahide kadın, bu süre zarfında bir hayli yorulmuş, yıpranmıştı ama oğlunun doktor olması bütün yorgunluğunu unutturmuştu. Şu fani âlemde son bir isteği daha vardı. Bir an önce oğlunu everip torunlarını kucağına almaktı. Oğlunun "acele etme, daha erken" demesine rağmen araya araya kendine yakışır bir gelin adayı buldu. Dünür gidip kızı istediler, söz kesildi. Zahide kadının keyfine diyecek yoktu. Zira aradığı gelini bulmuştu. İşi fazla uzatmamak için altı ay içerisinde nişan yapıldı. Düğün günü tespit edildi. Salon tutuldu, davetiyeler dağıtıldı.  Zahide kadının içi içine sığmıyordu. 
Doktor, kendine yakışır bir ev kiraladı. Gerekli olan eşyalar alındı, ev dayanıp döşendi.  Düğün öncesi evi görmek isteyen gelin kızı alarak eve gittiler.  Evi gezerlerken gelin hanım. 
-Mustafa. 
- Efendim. 
- Çöp tenekesini nereye koyacağız? Dedi. 
Doktor, soruya bir anlam veremedi ama yine de cevapladı. 
- Koca ev, buluruz elbet bir yer, dedi. 
Gelin hanım aradığı yanıtı alamamıştı. 
- Hayatım, soruma net bir cevap alamadım. 
Doktor, nişanlısına döndü. 
- Pardon, ne sormuştun? 
- Çöp tenekesini nereye koyacağız? Diye sormuştum. 
- Bu da sorumu yani? Dedi gülerek.  Çöp kutusunun yeri mutfaktır. Bunu niye dert ediyorsun, anlamadım. 
Gelin hanım, sözü daha fazla dolandırmadan gerçek düşüncesini açıkladı. 
-Ben çöp tenekesi derken anneni kastediyorum.  Anneni nereye koyacağız? Düğünden önce buna bir çözüm bulmamız lazım. 
Gelin hanımın sözü üzerine doktorun sinirleri bam teli gibi gerildi ama belli etmemeye çalışarak: 
- Buluruz bir çözüm yolu, diyerek meseleyi kapattı.  Kapatmasına kapattı da "çöp tenekesi" sözü ok gibi beynine saplanmıştı.  
"Ah anam ah. Öve öve bitiremediğin kız, zehirli bir yılanmış da haberimiz yokmuş." 
O günden sonra pek bir araya gelmediler, gelseler de bu mesele konuşulmadı. 
Düğün günü gelip çattı. Davetliler salonu doldurdu, ilk danstan sonra yemekler yendi. Sıra nikâh törenine gelmişti. Nikâh memuru, şahitler, gelin ve damat yerlerini aldılar. Nikâh memuru, rutin açılış konuşmasından sonra önce gelin hanıma sordu: 
- Dursun kızı Sabahat Moralı, Hasan oğlu Mustafa Mert'i iyi günde kötü günde eş olarak kabul ediyor musun? 
Gelin hanım büyük bir coşkuyla: 
- Eveeeet diyerek salonu çınlattı. 
Memur, damada döndü. 
- Hasan oğlu Mustafa Mert, Dursun kızı Sabahat Moralı'yı iyi günde, kötü günde eş olarak kabul ediyor musun?  
Damat, hiç tereddüt etmeden tok bir sesle: 
- Hayır, dedi. 
Damadın "hayır" sözüyle birlikte salon buz kesti. Herkes birbirinin yüzüne bakarak; " Ne diyo lan bu, şaka mı yapıyo?" derlerken, davetlilerin sorduğu aynı soru nikâh memurunun ağzından döküldü.  
- Şaka mı bu? 
Damat kendinden emin bir ifadeyle: 
- Bu işin şakası olmaz,  ben hayır diyorum. 
Memur, çaresiz bir sesle: 
-İyi de bu söz burada mı söylenir? 
Doktor, gayet sakin ve kararlı bir şekilde soruyu yanıtladı. 
- Evet, tam da burada söylenecek bir söz, dedi. Mikrofonu eline alıp ayağa kalktı. Çok muhterem davetliler. Biliyorum hepiniz alışılmışın dışında bir manzara karşısında şok olmuş durumdasınız.  Neden hayır dediğimi,  bu sözü neden buraya taşıdığımı anlatacağım. Yorumu size bırakıyorum.  
Babam öldüğünde ben 10 yaşındaydım. Annem, evlere temizliğe giderek beni büyütmekle kalmadı, en yüksek tahsili yaptırdı, doktor oldum. Son arzusu beni bir an önce evermekti. Ben," Yapma, ben evliliğe hazır değilim" dediysem de dinlemedi. Kendi eliyle bu bayanı buldu. Annemin kendi eliyle bulup beğendiği bu gelin, annemi çöp tenekesi olarak görüyor. Ben, annemi çöp tenekesi olarak gören birini kendime eş olarak kabul etmiyorum. Kim annesini çöp tenekesi gibi görmeye razı oluyorsa buyursun gelsin, gelin onun.  
Bu kararı niye buraya bıraktığıma gelince; İslam'ın şartının 5 olduğunu hepiniz bilirsiniz. Bazı İslam âlimleri İslam'ın şartının 7 olduğunu söyler. Altıncısı haddini bilmek, yedincisi de haddini bilmeyene haddini bildirmek. Bu bayan haddini bilmedi, sınırı aştı. Ben de haddini bilmeyen birine haddini bildirmek için sizlerin de şahit olmanızı istedim. Eğer bu bir hata ise başta memur bey, şahitler ve salonda bulunan herkesten özür dilerim, deyip masayı terk etti.  Masadan ayrılırken; "Helal olsun!" Sesleri arasında annesinin yanına gidip ellerini öptü.