15 Temmuz 2018 Pa­zar gü­nü, hem­şe­rim Mu­hit­tin Ça­ğıl'ın dü­zen­le­di­ği tur ile, Sö­ğüt ve Bi­le­cik'e git­tik. Bu ge­zi Os­man­lı­yı da­ha iyi ta­nı­ma­ya, Ab­dül­ha­mit Ha­n’ı bir da­ha an­ma­mı­za ne­den ol­du. 
Sö­ğüt'ün için­de de­re akı­yor. Bu de­re­nin su­yu o za­man­lar, iç­me ve kul­lan­ma su­yu ola­rak kul­la­nı­lır­mış. Er­tuğ­rul Ga­zi Sö­ğüt'e gel­di­ğin­de, de­re­nin bir ta­ra­fı­na yer­le­şir. Kar­şı ta­raf­ta ise Rum­lar ika­met et­mek­te­dir. Bir sü­re son­ra Rum­lar, de­re­nin su­yu­nu ze­hir­le­ye­rek Türk­le­re za­rar ver­mek is­ter­ler. Ama ze­hir­li su­yu ken­di­le­ri de kul­la­na­ma­dık­la­rın­dan, za­rar gö­rür­ler. 


Er­tuğ­rul Ga­zi bir rü­ya gö­rür. Rü­ya­sında Rum­la­rın ta­ra­fın­da­ki ye­ni ye­şil­len­mek­te olan ağa­cın di­bin­de su bu­lun­du­ğu işa­ret edi­lir. Er­te­si gü­nü Rum ta­ra­fın­da­ki ye­şil­le­nen ağa­cın ye­ri tes­pit edi­le­rek, o böl­ge­den Rum­lar uzak­laş­tı­rı­lır. Er­tuğ­rul Ga­zi rü­ya­sın­dan ­kim­se­ye ha­ber ver­me­den, ya­nı­na al­dı­ğı adam­la­rı ile ağa­cın di­bi­ni kaz­dı­rır. 10 met­re ka­dar ku­yu ka­zıl­dı­ğın­da su çık­ma­ya baş­lar. Ku­yu­dan çı­kan su­yu, ön­ce Er­tuğ­rul ga­zi ve atı içer. Ku­yu­nun su­yu­na ze­hir ka­rış­ma­dı­ğı tes­pit edi­le­rek, ka­zı­ya de­vam edi­lir ve ku­yu du­var­la­rı taş ile örü­lür. 


Ku­yu­dan ye­te­ri ka­dar su çık­mış­tır. Ku­yu­nun üze­ri­ne Er­tuğ­rul Ga­zi mes­ci­di ya­pı­lır. Ha­len bu ku­yu, mes­ci­din için­de bu­lun­mak­ta olup su­yu bu­lun­ma­mak­ta­dır. 
Er­tuğ­rul Ga­zi Sö­ğüt'ü, Os­man­lı Bey­li­ği'nin ilk baş­şeh­ri ya­pa­rak, bu çev­re­ye hâkim ol­muş­tur. 
Er­tuğ­rul Ga­zi­nin bu ba­şa­rı­la­rı so­nu­cu, Sel­çuk­lu sul­ta­nı Sö­ğüt ve çev­re­si­ni ken­di­si­ne yurt ola­rak ver­miş­tir. Er­tuğ­rul Ga­zi Sö­ğüt ve çev­re­si­ne yer­leş­tik­ten son­ra, Bi­zans sı­nı­rı boy­la­rın­da bu­lu­nan di­ğer uç bey­le­riy­le bir­lik­te mü­ca­de­le­yi sür­dür­müş­tür.  Böy­le­ce Sö­ğüt'e yer­leş­miş olan Ka­yı aşi­re­ti, her ge­çen gün bi­raz da­ha bü­yü­ye­rek kuv­vet­len­miş­tir. 
1279 ta­rih­ten son­ra, Er­tuğ­rul Ga­zi'nin ol­duk­ça yaş­la­na­rak Ka­yı aşi­re­ti­nin ida­re­si­ni oğ­lu Os­man Bey'e bı­rak­mış­tır. 1288 yı­lın­da 90 ya­şın­da ve­fat et­miş­tir. Tür­be­si Bi­le­cik ili Sö­ğüt il­çe­si­nin 1 km do­ğu­sun­da, Sö­ğüt- Bi­le­cik yo­lu üze­rin­de bu­lun­mak­ta­dır. 


Os­man Bey, 1258 ta­ri­hin­de Sö­ğüt'te dün­ya­ya gel­di. Ba­ba­sı Er­tuğ­rul Ga­zi ve an­ne­si Ha­li­me Ha­tun'dur. Os­man Bey, 24 ya­şın­da ba­ba­sı­nın ye­ri­ne geç­ti. 
Sö­ğüt ve Do­ma­niç yö­re­si Sel­çuk­lu Dev­le­ti ta­ra­fın­dan aşi­re­ti­ne, yay­lak-kış­lak ola­rak ve­ri­len Os­man Bey, sık sık Şeyh Ede­ba­li'nin mi­sa­fi­ri olur­du. Os­man Bey mi­sa­fir ola­rak kal­dı­ğı bir ge­ce­de, ken­di­si­ne yat­ma­sı için gös­te­ri­len oda­nın du­va­rın­da ası­lı bir Kur'ân-ı Kerîm ol­du­ğu için aya­ğı­nı uzat­ma­yıp, kıv­rı­la­rak otur­du­ğu yer­de Ku­ran okur­ken tat­lı bir uy­ku­ya dal­dı. Bu ara­da gör­dü­ğü rü­ya şöy­le­dir: 


''Şeyh Ede­ba­li'nin koy­nun­dan çı­kan bir ay, ge­lip  Os­man Be­yin ken­di koy­nu­na gi­rer. Göğ­sün­den bir ağaç çı­kar. Öy­le­si­ne bü­yük bir ağaç olur­ki, dal­la­rı gök­le­ri, kök­le­ri tüm dün­ya­yı sa­rar. Göl­ge­si bü­tün yer­yü­zü­nü tu­tar. İn­san­lar o ağa­cın göl­ge­si­ne top­la­nır­lar. Ulu dağ­la­ra ve dağ­la­rın ete­ğin­den çı­kan coş­kun su­la­ra, hep o ağaç göl­ge eder.''
Os­man Bey gör­dü­ğü bu rü­ya­sı­nı Şeyh Ede­ba­li'ye an­la­tır. Ede­ba­li rü­ya­yı şöy­le yo­rum­lar: 'Sen Er­tuğ­rul Ga­zi oğ­lu Os­man, ba­ban­dan son­ra bey ola­cak­sın. Kı­zım Mal­hun Ha­tun ile ev­le­ne­cek­sin. Ben­den çı­kıp sa­na ge­len nur bu­dur. Si­zin so­yu­nuz­dan ni­ce pa­di­şah­lar ge­le­cek ve ni­ce dev­let­le­ri bir ça­tı al­tın­da top­la­ya­cak­lar. Al­lah ni­ce in­sa­nın İs­lam'a ka­vuş­ma­sı­na se­nin so­yu­nu ve­si­le ede­cek­tir.''
''Oğul Os­man, Hak Te­ala sa­na ve so­yu­na hü­küm­ran­lık ver­di. Mü­ba­rek ol­sun, kı­zım Mal­hun Ha­tun se­nin he­la­lin ol­sun'' der. Ede­ba­li'nin bu yo­ru­mu üze­ri­ne Os­man Bey, Mal­hun Ha­tun (Ra­bia Ba­la Ha­tun) ile ev­le­nir.
Os­man Bey 1289 yı­lın­da Şeyh Ede­ba­li'nin kı­zı Rabî'a Bâlâ Hâtun ile ev­le­nin­ce, nü­fu­zu ve kud­re­ti art­tı. Bu ha­nı­mın­dan da Şehzâde Alâ'ad­din dün­ya­ya gel­di.
Os­man Ga­zi'nin, Bi­zans sı­nır şe­hir­le­ri­ni bi­rer bi­rer fet­het­me­si üze­ri­ne telâşa dü­şen Bi­zans­lı­lar, onu or­ta­dan kal­dır­mak için bir dü­ğün ve­si­le­siy­le bas­kın ha­zır­lar­lar. Bas­kı­na bas­kın­la ce­vap ve­ren Os­man Bey, 1299 yı­lın­da Yar hi­sar ve Bi­le­cik'i fet­het­ti ve bey­lik mer­ke­zi­ni Bi­le­cik'e nak­let­ti. Yar hi­sar Tek­fu­ru­nun kı­zı Ni­lü­fer'i (Ho­lo­fu­ra'yı) oğ­lu Or­han ile ev­len­dir­di. Bu ta­rih, da­ha ön­ce açık­la­nan se­bep­ler­le Os­man­lı Dev­le­ti'nin ku­ru­luş yı­lı ka­bul edil­di. 
1301 yı­lın­da Bur­sa'ya ya­kın bir yer­de, Ye­ni­şe­hir'i kur­du ve sal­ta­nat mer­ke­zi­ni bu­ra­ya nak­let­ti. Bu ara­da bü­tün bu fe­tih­ler­de ken­di­si­ne yar­dım eden­le­ri de unut­ma­dı ve kar­de­şi Gün­düz Bey'e Es­ki­şe­hir'i; oğ­lu Or­han Bey'e Sultânö­nü'nü; Ha­san Alp'a Yar­hisâr'ı; Şeyh Ede­ba­lı'ya Bi­le­cik'i ve Tur­gut Alp'e İne­göl'ü ver­di ve Ede­ba­lı'nın to­ru­nu Alâ'ad­din'i ya­nın­da gö­tür­dü.
1324 yı­lı şu­bat ayın­da, Bur­sa'nın fet­hi­ni gör­me­den 67 ya­şın­da ve­fat eden Os­man Bey'in me­za­rı, va­si­ye­ti üze­ri­ne ge­çi­ci ola­rak gö­mü­lü bu­lun­du­ğu Sö­ğüt'ten alı­na­rak, 2.5 yıl son­ra 1326 yı­lın­da Bur­sa'da­ki Gü­müş­lü Küm­be­te de­fin edil­di.
Os­man­lı ota­ğı­nın ilk ku­rul­du­ğu yer Sö­ğüt, Bi­le­cik bur­cu bur­cu Os­man­lı kok­mak­ta­dır. Ab­dul Ha­mit Ha­nın, Sö­ğüt'e il­gi­si şöy­le baş­lar.
 Ab­dül­ha­mit, Cu­ma se­lam­lı­ğın­dan dö­ner­ken, nö­bet yer­le­ri­nin boş ol­du­ğu­nu gö­rür. Sa­de­ce iç ka­pı­da iki nö­bet­çi var­dır. "Di­ğer nö­bet­çi­ler ne­re­de " di­ye so­rar, ara­la­rın­da şöy­le bir ko­nuş­ma ge­çer:
- "Bil­mi­yo­ruz, ko­mu­tan her­ke­se is­ti­ra­hat ver­di."
- "Siz ni­ye git­me­di­niz?"
- "Biz ata­la­rı­mız­dan böy­le öğ­ren­dik, nö­bet ye­ri­ni terk et­me­yiz."
- "Siz kim­si­niz, ne­re­li­si­niz?"
- "Sö­ğüt'ten, Ka­yı Bo­yun­da­nız."
Sul­tan, Sö­ğüt kay­ma­ka­mı ve ile­ri ge­len­le­ri­ni ça­ğı­rır, "An­la­dım ki Atam Er­tuğ­rul'un ade­ti­ni terk et­mi­şim. Ba­na Ka­yı ai­le­le­rin­den, özel­lik­le Ka­ra­ke­çi­li aşi­re­ti genç­le­rin­den bir mu­ha­fız bir­li­ği oluş­tu­run" der.
Mev­cut Mu­ha­fız Ala­yı'nı lağ­ve­der, Sö­ğüt'ten gön­de­ri­len genç­le­ri eğit­mek için Sö­ğüt'te, Ha­mi­di­ye Ala­yı­nı ku­rar.   
Mu­ha­fız­la­rın ye­tiş­me­si için 1903-1905 yıl­la­rın­da Sö­ğüt'te Ha­mi­di­ye Kül­li­ye­si ve İda­di, ca­mi in­şa eder. Ka­pı­sı­nın üs­tün­de mer­mer­den gör­kem­li bir Os­man­lı Dev­let Ar­ma­sı bu­lu­nan İda­di 'den me­zun olan­lar, 'son ne­fes­le­ri­ne ka­dar, Pa­di­şa­ha sa­da­kat­le hiz­met ede­cek­le­ri­ne' da­ir Er­tuğ­rul Ga­zi'nin Tür­be­si'nde ye­min eder­ler. Be­lir­li bir hiz­met sü­re­si so­nun­da da jan­dar­ma su­ba­yı olur­lar­dı.
Ab­dül­ha­mid'in, Al­man İm­pa­ra­to­ru Wil­helm'in zi­ya­re­tin­de bu mu­ha­fız­la­rı- "Öz ak­ra­ba­la­rım" di­ye tak­dim et­ti­ği­ni, "ER­TUĞ­RUL'UN OCA­ĞIN­DA UYAN­DIM, ŞE­HİD­LE­RİN KAN­LA­RIY­LA BO­YAN­DIM" di­ye baş­la­yan Er­tuğ­rul Mar­şı' da bu dö­nem­de bes­te­len­miş­tir.
Sö­ğüt Ala­yı'nı oluş­tu­ran Ka­yı mu­ha­fız­la­rı na­sıl se­çi­li­yor, na­sıl ta­nı­nı­yor­lar­dı? Ala­ya ye­ni mu­ha­fız alı­nır­ken, 2. Ab­dül­ha­mit'in 'Baş tü­fek­çi' Ta­hir Pa­şa'ya şu ta­li­ma­tı ve­rir: 
"Mu­ha­fız­lar, Os­man­lı Dev­le­ti'nin ku­ru­cu­su Os­man Ga­zi'nin ba­ba­sı Er­tuğ­rul Ga­zi ile Sö­ğüt'e gel­miş ai­le­le­re men­sup, ya­kı­şık­lı ve uzun boy­lu ola­cak. Ba­kım­lı ol­mak şar­tıy­la sa­kal­lı da ola­bi­lir­ler. 1897 Os­man­lı-Yu­nan sa­va­şı­na ka­tı­lan­lar özel­lik­le ter­cih edi­le­cek. İyi at bi­ne­cek, iyi ah­lak ta­şı­ya­cak ve beş va­kit na­maz kı­la­cak­lar."
 Sö­ğüt Ala­yı men­sup­la­rı, Yıl­dız Sa­ra­yı'na bir ka­ya gi­bi gir­miş­ler, dö­nüş za­ma­nı gel­di­ğin­de yi­ne bir ka­ya gi­bi ter­te­miz ve le­ke­siz çık­mış­lar­dır. Al­lah ken­di­le­rin­den ra­zı ol­sun."
1. Ci­han Har­bin­den son­ra, bu böl­ge­yi iş­gal eden Yu­nan­lı­lar "ER­TUĞ­RUL GA­Zİ, ŞEYH EDE­BA­Lİ TÜRR­BE­LE­Rİ­Nİ "tah­rip ede­rek, kur­şun­la­mış­lar­dır. Öf­ke ve kin­le­ri din­me­miş, Bi­le­ce­ğin ta­ma­mı­nı yak­mış­lar­dır. Bu yan­gın­dan ge­ri­ye ca­mi­siz mi­na­re­ler kal­mış, bu mi­na­re­ler ve çev­re­si, va­kıf­lar ge­nel Mü­dür­lü­ğün­ce ona­rıl­mış, İda­di ve kül­li­ye, 2007'de res­to­re edi­le­rek, ba­kım­lı ha­le ge­ti­ril­miş­tir.
Sö­ğüt'e, Bi­le­cik'e gi­de­rek, ora­la­rın ko­ku­su­nu ala­lım. Di­ri­liş ol­gu­su­nu tek­rar gö­re­lim.