Gençlerin en büyük ideali, kısa yoldan şöhret olmaktır. Sanatta, edebiyatta veya mesleğinde zirveye koşmak değil de kısa yoldan fenomen olmaya çabalamak, onlar için en kolay yöntem.
Mesleğine yıllarını vermiş, yüzlerce eser ortaya koymuş, çevresinde sevilen, ülkesinde ve hatta dünyada tanınan, UNESCO'nun "Yaşayan insan hazinesi" olarak ilan edilen nice insanlar var ki mütevazi hayatıyla bilinir. Yakın çevresindekiler bile onun bu kadar meşhur olduğunu bilmez.
Dünyanın en ucra köşesinden ziyaretçileri vardır. Hiç adını duymadığımız televizyon kanallarında onun hayat hikayesi yayınlanır. Ama o, şöhret oldum diye havalara girmez, işi veya eşini değiştirmeye kalkmaz. Adı, o sahada tarihlere geçer, gençler onu okur ve anlamaya çalışır. İşte gerçek şöhret budur.
Günümüzde saçını başını dağıtarak, sokak sürtüklerine özenip, giysilerinin orasını, burasını yırtarak, çevresinde farklı tavırlar sergileyip dikkat çekmeye çalışarak şöhret olmak isteyen yeni nesil, bir yerlerde keşfedilmeyi beklemektedir. Onların bu zaafından yararlanmak isteyen pek çok fırsatçı da onları kovalıyorlar.
Gel seni artist yapayım, ya da benim reklam ajansım var gel seni manken yapayım diyen avcıların tuzağına düşmek, bu durumda çok kolay. Bu yolda kaybolan, uyuşturucu veya fuhuş batağına düşen binlerce genç var. Bunların bir kısmı, hayatının baharında ya o meşhur plazaların yirmi beşinci katından yere çakılıyorlar ya da bir otel odasında tecavüze uğradıktan sonra yatağında ölü bulunuyorlar. Biraz daha sadistine rastlarsa cesedi parçalanıp ceset torbalarına doldurularak ya çöp konteynırlarına veya ormanın derinliklerine atılmış halde bulunuyorlar.
Burada boyalı basın ve magazin televizyonları devreye giriyor. Bu haberler, ayrıntılarıyla kamuoyuna anlatılıyor. Belki iyi niyetle yapılıyor, ibret alınsın isteniyor. Ama sonuç öyle olmuyor.
Basının bu abartılı anlatımı, aslında kötülüğün reklamı oluyor. Reyting uğruna o gencecik bedenler, günlerce ekranda kalıyor. Aradan çok geçmiyor ki benzer olay İstanbul'un falan semtinde, İzmir'in filan ilçesinde ya da Anadolu'nun falan bölgesinde ortaya çıkıyor. O televizyon yayınları, kötülüğü önlemiş olmuyorlar. Bilakis kötülüğün reklamını yapmış oluyorlar. Hatta kötü niyetlilere yeni yeni ihanet ve cinayet metodları öğretmiş oluyorlar.
Televizyonların reyting kaygısına kapılmadan yapabilecekleri pek çok iyi şeyler de var. Bir yerde açılmış metal işçiliği, dokunma teknikleri, tarımı destekleme kursları gibi topluma ve ülkeye yararlı çalışmalar dile getirilebilir. Sanayi ve teknolojideki atılımlarımız anlatılabilir. Bunlarla ilgilenen insanların hayat hikayeleri ve memleket sevgileri aktarılabilir. Ot bitmeyen yerlerde bile tarım yaparak ürün yetiştiren insanlar, gençleri sokaktan kurtarıp onları meslek sahibi yapmaya ömrünü adayan ustalar topluma örnek olarak gösterilebilir. Eminim ki gençlerimiz iyi örnekleri gördükçe onları örnek almaya çalışacaklardır. Aslında onlar da hep kötü örnek görmekten bıkmış ve usanmışlardır. Onlarda öldükten sonra rahmetle anılmak isterler.
Meşhur adamların hepsi iyi eser bırakmış olmayabilirler. İsmail Hami Danişmend'in dediği gibi "Ne kadar meşhur adam vardır ki memleketlerine yegane hizmetleri, ölümlerinden ibarettir."
Böyleleri için şair Vecdi şöyle diyor:
"Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur,
Yıkıldı gitti dünyadan dayansın ehl-i kubur"
Hayatta iyi olarak anılmak da kötü olarak anılmak da insanın kendi elinde. Yusuf Has Hacip, "Ey temiz kişi, iyi olursan adını överek anarlar. Eğer kötü isen seni söverek anarlar" diyor.
Gençlere rol model lazım. Uzun söz, süslü öğüt değil. İyi bir örnek, insanları yola getirmek için en iyi metod değil, tek çaredir. Şöhret olmak isteyenler de kötüleri değil, iyileri örnek olarak o yolda ilerleyip şöhret olma yolunu seçmelidirler. Medya da buna öncülük etmelidir.