İslami bilgilerin ikinci ana kaynağı sünnettir. Sünnet; peygamberimizin söz, davranış, uygulama ve tasvip edip uygun gördüğü şeylerdir. Peygamberimiz ilahi vahyin uygulamasını somut bir biçimde göstermiştir. 

Sünnet, İslam'ın bir yaşam tarzına dönüşmesidir. İslam bilginleri genellikle hadislerin Allah tarafından Cebrail aracılığıyla peygamberimize vahy edilmiş olduğunu kabul ederler. Delil olarak da "O (peygamber) kendiliğinden konuşmaz; Onun sözleri kendisine gönderilmiş vahy'den başkası değildir." (Necm 3-4). Ayetlerini delil gösterirler. Yine "And olsun ki; Allah müminlere büyük lütufta bulundu… Onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi" (Âl-i İmran 164) ayetinde sözü edilen "Hikmet" kelimesinin "Sünnet" olduğunu da belirtmişlerdir. 

Peygamberimiz "Bana kitap (Kur'an) ve birde onunla birlikte onun gibisi (Sünnet) verildi. (Ebu Davut, Sünen 2, 505). "Cibril Resulullah'a Kur'an-ı getirdiği ve öğrettiği gibi sünneti de öylece getirir ve öğretirdi" (Camiul Beyânni'l ilm, 2. 191). Bazı hadisler Kur'an-ın getirdiği hükümleri teyit eder. Bir kısmıysa Kur'an-ın getirdiği hükümleri açıklar, onları yorumlayarak tamamlayıcı bilgiler verir. İbadetlerin farz olduğu Kuran'da yazılıdır ama uygulamaları yoktur. Onları peygamberimizden öğreniyoruz. "Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik fakat insanların çoğu bilmezler" (Sebe 28). Peygamberimiz hem Allah'ın mesajını insanlara tebliğ etmiş, hem de bizzat yaşayarak örnek olmuştur. Ashap anlamadıkları veya bilmedikleri ayetleri peygamberimize soruyorlar, peygamberimiz de onlara anlayabilecekleri bir dilde açıklıyordu. Mesela, Muaz bin Cebel: "Ey iman edenler Allah'a Nasuh bir tövbeyle tövbe edin…" (Tahrim 8). Ayetindeki "nasuh'un" ne demek olduğunu sorunca, peygamberimiz  "Bir daha geriye dönmemek üzere yapılan tövbeye denir." Buyurmuştur. Peygamberimiz ilahi vahyin mesajını sözleriyle açıklayarak ve bizzat yaşayarak bize örnek olmuştur. "...İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman ve düşünüp anlasınlar diye sana bu Kur'an-ı indirdik" (Nahl 44). 

Sahabe: "(Resulüm) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan öncede, batışından öncede Rabbini hamd ile tesbih et" (Kaf 39). Ayetiyle peygamberimiz sabah ve ikindi olarak bir yıl iki vakit olarak namaz kıldık. Miraç olayı ile 5 vakit namaz farz kılınınca bu 2 vakit yerini muhafaza etti. Öğle, akşam ve yatsıda dâhil edildi" derler. Peygamberimiz sürekli Cebrail (a.s) ile diyalog halindeydi. O ondan öğreniyor ve ashabına da öğretiyordu. Peygamberimiz "Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız" (Buhari Salat 18). Buyurmuş ve namazın kaç rekât, hangi vakitlerde nasıl kılınacağı, nelerin söylenip, okunacağını bizzat uygulamasıyla göstermiştir.

Sünnetin bir kısmı da Kuran'da hiç temas edilmeyen konularda hükümler ortaya koyar.  Kur'an da eti yenmeyen hayvanlarla ilgili olarak leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar dışında yenmesi haram olanlardan bahsedilmez. Bu bağlamda peygamberimize hangi hayvanların etlerinin yenilip yenilmeyeceği sorulduğunda, peygamberimiz "Azı dişi olan her yırtıcı hayvan. Pençeli olan her yırtıcı kuş yasaktır." Hükmünü getirmiştir. Peygamberimizin Kur'an-ı açıklamaya ve yaşamaya yönelik bütün söz ve fiilleri de yine Kur'an çerçevesinde olmuştur. Erkeklere altın takının ve ipekli giymenin yasaklanması da sünnetle sabit olmuştur. "…Allah ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle mücadeleye devam edin" (Tevbe 29) gibi ayetler Peygamberimizin de helal ve haram kılma yetkisine sahip olduğunu göstermektedir. 

Peygamberimiz "Ümmetimden öyle insanlar vardır ki, iman onların kalplerinde muhkem dağlardan daha sağlamdır." Yine peygamberimiz "Karnı tok bir halde rahat köşesine oturarak; şu Kur'an-a sarılın, onda neyi helal görürseniz onu helal neyi de haram görürseniz onu da haram kabul edin (Kur'an size yeter) diyecek bazı kimselerin gelmesi yakındır. Şüphesiz ki Allah Resulünün haram kıldığı şeylerde Allah'ın haram kıldığı gibidir" (Müsnet 4. 131) buyurarak, sünnetini küçümseyerek insanları dinden ayırmak isteyenlere karşı Müslümanları uyarmış ve dinin sünnet olmadan yaşanılamayacağına vurgu yapmıştır. 

Fıkıhçıların çoğunluğuna göre, mütevatir sünnetin hükmü, Hz. Peygambere nispetinin kesin oluşudur. Buna göre mütevatir sünnetle amel etmek farz olup onu inkâr eden dinden çıkar. Bu çeşit hadislerin ortaya koyduğu hüküm kesinlik ifade eder. Manası Allah (c.c.)'a,  ifadesi peygamberimize ait olan sözlere ise "Kutsi hadis" denir. Cebrail aracılığıyla bildirilen peygamberimizin Allah'tan rivayetle ifade buyurduğu vahiy, ilham veya rüyada Allah'tan rivayet ettiği hadisleridir. Kutsi hadislerin manası ve sözleri Allah'tandır. Bu hadisler Allah'a nisbet edilmiş ve "kutsi hadis" diye nitelendirilmiştir.  Kur'an tevatür yoluyla, kutsi hadisler ise âhâd yolla nakledilmişlerdir. Bu tür hadislerin sayısı 100 civarındadır. Mesela "Salih kullarım için cennette hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemeyeceği bir takım nimetler hazırladım" (Müslim, Kitabül cenne 2, 3, 4).
Kur'an-ın deyimi ile kalplerinde hastalık olan bazı kimseler mütevatir veya kutsi hadisleri bile inkâr etmeyi bir maharet zannediyorlar. Var olan bir şeyi inkâr etmek bu tür insanlara bir şey kazandırmadığı gibi kalplerindeki hastalığın daha da artmasını sağlar. Müslüman kimliğine sahip olan bu tür İnsanların Müslümanların inanç değerlerinin kodlarıyla oynayarak verdikleri zararları inançsız insanlar veremezler. Bazı insanlarda şöyle bir hastalık var. Bir hadis söylendiği zaman yok canım peygamberimiz öyle bir şey söylemez veya o uydurma bir hadistir diyerek, insanların zihinlerinde hadislere karşı bir şüphe uyandırmakta büyük bir vebaldir. Bilmiyorum demek bir ilim, araştırayım demekse bir erdemdir. Hiç kimsenin bu benim kafama yatmadı, böyle şey olmaz deme gibi bir lüksü yoktur.

"Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" (Nisa 80) "Allah ve elçisi bir şeye hükmettiği zaman inanan erkek ve kadına artık işlerinde seçim yoktur." (Ahzap 36) "Allah'a ve Resulüne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız." (Âl-i İmran 132).