ERZURUM AZİZİYE KAHRAMANLARI
8/9 Kasım/1877 Gecesi. Günlerden beri Erzurum etrafında cereyan eden kanlı boğuşmanın sükûnete erdiği tek gece, şehir kendini kahraman evlatlarına emanet etmiş uyuyor. İstihkâmlarda dolaşan nöbetçilerin ayak sesinden başka ses duyulmuyordu. 
Sabaha daha iki saat var.
Birden Top Dağı üzerindeki Aziziye istihkâmında şiddetli bir ateş başladı. Biraz sonra bütün istihkâmlar gece karanlığında birer ejderha gibi gürlemeye başladılar. 
Ne oluyordu? Bunu hiç kimse bilmiyordu. Hatta ordu komutanı Mareşal Gazi Ahmet Muhtar bile.
Emir subayları konuşuyor, telgrafla tabyalardan bilgi isteniyordu. Erzurum halkı uyanmış, heyecan içinde olup biteni anlamaya çalışıyordu. Biraz sonra her tarafta ateş durdu. Fakat Aziziye’de halen devam ediyordu. 
İş anlaşılmıştı. Tabya baskına uğramıştı. 
Düşman Aziziye’ye komşu olan ERMENİ köylerinden istifade ederek, arazi hakkında bilgi edinmiş, bunlardan rehber edinerek öğrendikleri parola sayesinde önce nöbetçilerimizi, sonra tabyalarda uyuyan Mehmetçiklerimizi kıyasıya süngüden geçirmişlerdi.
Bir gün önce ordu komutanına "Vatan ve millet uğrunda, kanlarımızın son damlasına kadar savaşmaya hazırız. Birbiri üzerine yığılacak şehitlerimizle ikinci bir kale teşkil edeceğiz. Bütün aile ve çocuklarımızla bu ulvi gaye uğrunda öleceğiz, ölmeden bu şehri terk etmeyeceğiz." diyen Erzurumlular, ettikleri yemini ve verdikleri sözü hatırladılar. Hürriyete tutkun, esarete düşman Türk ruhu, bir yanar dağ gibi coştu. Bir anda uyuyan şehir ayaklandı.
Ortalık henüz ağarıyordu. İç kalede Ayaz Paşa müezzini olan, 80 yaşındaki Hacı Abdullah, aksakalıyla, güngörmüş temiz olan yüzüyle içinde yanan intikam ateşini, her sabah Allah’a yakın olmak için çıktığı minaresinden söndürmeye çalışıyordu. Hacı Abdullah, gecelik entarisi ile minareye çıkmış, var gücüyle "Ey Erzurumlular, Aziziye istihkâmına düşman girdi. Eli silah tutan herkes, düşman üzerine hücum etsin." diye bağırıyordu.
Her sabah bu minareden Allah’ın yüce adını duyan halk, bugün minareden bu acı haberi aldı. Aziziye’ye baskın yapılmış, yüzlerce askerimiz uykuda iken şehit edilmişti. Bu kahpeliğe hangi Türk dayanır? Bir anda Erzurum, gözü yaşlı analar, ihtiyar, çoluk, çocuk, kadın kız, erkek, çiftesi, balta, kazma, satırıyla, bulamayanlar sopasıyla bir anda Mecidiye istihkâmına doğru akmaya başladılar. Sokaklar mahşer olmuştu. Yaşlı analar bohçalarıyla ekmek, testileri ile su taşıyor ve coşkun kahraman seline, yanık memleket türküleri söyleyerek intikam ateşini körüklüyorlardı.
Bu sırada Mareşal Gazi Ahmet Muhtar ve General Kaptan Mehmet komutasındaki ihtiyat taburları Mecidiye istihkâmına gelmiş, her taraftan akıp gelen bu kahramanlarla karşılaşmışlardı.
Güneş yeni doğuyor, ortalık aydınlanmamıştı. Yapılan gözetleme ve keşifler sonucu üç tabya ve bir müdafaalı kışlası bulunan Aziziye’nin yalnız bir tabyasında karşılıklı ateş devam ediyordu. Bu tabyayı savunan kahramanlar, başlarında Albay Bahri olduğu halde; sayıca çok üstün düşmana karşı korkusuzca bu tabyayı koruyorlardı. Kolundaki yarasına rağmen genç bir atlet çevikliği ile her tarafa koşan albay, bir avuç kahramanın arkasında binlerce tabur değerinde bir kuvvetti.
Onu görenler ölümden korkarlar mı? Ceketini daha giymeye fırsat bulamamış, kanlı gömleğiyle, ah demeden namusuna emanet edilmiş bulunan tabyayı son erine kadar savunmaya azmetmiş bu aslan karşısında düşman bir adım atamadı. Diğer iki tabya ve bir müdafaalı kışla düşman elinde idi.
Mareşal Gazi Ahmet Muhtar, çok az bir kuvvetle düşmanı defalarca mağlup ve perişan etmiş, cesur, bilgili, soğukkanlı bir komutandı. Bir taraftan General Kaptan Mehmet'e, düşmanın çekilmesine meydan verilmeden yok edilmesini emrederken, diğer taraftan da devamlı sel gibi akmakta olan kahraman Türk evlatlarına keskin ve vakur bakışlarıyla zafer saatinin yakın olduğunu müjdeliyordu. Halk dakikaları sayıyor, sabırsızlanıyor ve her ne pahasına olursa olsun ileri atılmak istiyorlardı. Fakat baştaki komutanlarına güvenen eğitimli askerler gibi içlerinde taşan hırsa, alevlenen intikama rağmen ondan işaret bekliyorlardı. Bu uzun süren bekleme anı, birden Mecidiye’nin onbeşlik toplarının gürlemesiyle sona erdi. Asker ileri atılırken halk koşuyor, yağan ateşe, önlerine serilen cehenneme bakmadan devamlı koşuyorlardı. Düşman,   Türk evlatlarının etten duvar gibi omuz omuza ilerlemesinden çok faydalandı. Bütün ateşini bu imanlı topluluğa çevirdi. Yer yer boşluklar oluşmaya başladı ve çok zayiat veriliyordu. Bütün bunlara kimse aldırmıyordu. Şehit sayımız çoğalmıştı. Ötede yavrusunun şehit olduğuna bakmadan, kurşun sıkan analar, beride düşman kurşunu ile kanayan yarasını sarmadan hücuma devam eden yiğitler, daha ötede gelinlik duvağıyla askerinin kızıl kanlarını dindirmeye çalışan genç kızlar görülüyordu.
Topçumuzun gittikçe artan ateşleri ve coşkun bir sel gibi taşan Türk şahlanışı önünde düşmanın eli ayağı tutmaz oldu. Yalnız vatan ve namusunu düşünen kahramanlar önünde, binlerce elden fırlayan bombasıyla, sopaya karşı süngüsüyle, intikam için çarpışan bu kahramanlar önünde Ruslar duramadı, tutunamadı.
Halk ve asker yan yana kışlanın iki tarafından akarak istihkâmların içine girdiler. Burada asker süngüsünden ve kundaktaki yavrusuna sabah sütünü vermeden fırlayan anaların değneğinden harikalar doğdu.
Parçalanan yavrusunun intikamını almak için, yarasından boşanan kana ehemmiyet vermeden eline geçirdiği bir düşmanın gırtlağına dişini geçirmiş analar, kaçan düşmanı yerden kaptığı taşla kovalayan genç dullar, yetimler, bütün Erzurumlular, evlatlarının akan her damla kanına karşılık avuç dolusu kan akıttılar.
Aziziye’de tarihin kaydetmediği kanlı ve korkunç bir boğuşma başladı. Durmadan, dinlenmeden savaşıldı ve nihayet düşman binlerce cesedini, sağlam ve kırık binlerce silahını bu kahramanların ayağına sererek kurtuluşu kaçmakta buldu.
Aziziye sağlam toplarıyla, cephanesiyle mağrur askerlerimizin eline geçmiş ve saatlerdir hasret kaldığı bayrağını tekrar dalgalandırmıştı. Düşman akşama kadar kovalandı. Gittikçe sertleşen hücumlarımız karşısında geldiği yere, Deve boynuzu mevziine kadar çekildi.
Akşam olmuştu. Bu günün batan güneşi, Türk'ün yüce zaferini selamlarken; bu kanlı savaşın ağır yükünü ve büyük şerefini paylaşan kahraman Erzurum halkı da zafer türküleri söyleyerek yuvalarına döndüler.