HÂCE MUHAMMED BAHADDİN 
NAKŞİBEND ve NAKŞİLİK
Hastalığı ve vefatı:
Hac ibadetini yerine getirdikten sona dönüş yolunda müritleri, onun hasta ve bitkin vaziyette olduğunu fark ettiler. Ona bir süre dinlenmesini teklif ettiler ama o, hastalıktan ve ölümden korkmazdı. 
Müritlerinden Mevlana Miskin, onun son zamanlarındaki bu halini şöyle anlatır: “Şah-ı Nakşibend hazretleri, ömrünün sonuna doğru ölümü çok anmaya başladı. Son hastalığı süresince kervansarayın küçük bir odasında kaldı. Yakınları ve müntesipleri, her gün ziyaretine gelirlerdi. Her birine ayrı şefkat ve iltifat gösterirdi. Son nefeste ellerini kaldırıp uzun süre dua etti. Sonra ellerini yüzüne sürüp bu dünyadan ebedi âleme göçtü.”
Halifelerinden Alaaddin Atar hazretleri de şöyle anlatıyor: “Yanında Yasin-i şerif okuyorduk. Yarısına geldiğimizde yüzünde nurlar belirmeye başladı. Kelime-i tevhit ile meşgul olduktan sonra nefesleri tamam oldu. “ 3 Rebiulevvel 791/ 2 Mart 1389.
Cenazesinin önünde şu mealdeki rubaiyi hoş bir seda ile okumalarını vasiyet etmişti:
“Ufukta dostun dosta kavuşmasından daha güzel ne vardır?
Biz, senin diyarına cemalini görmeye gelmiş aşıklarız.”
Şah-ı Nakşıbend hazretleri, 71 yaşlarındayken vefat etmiş ve maşukuna kavuşmuştur. Buhara’da Kasr-ı Arifan (Arifler Sarayı) isimli köyüne defnedilmiştir. Önce buraya bir türbe inşa edilmiş, zamanla burası külliye haline gelmiştir.
Şah-ı Nakşibend hazretlerinin vefatına şu dörtlükle tarih düşülmüştür:
Gitti Şah-ı Nakşibend ki din ve dünya hocasıydı.
O ki millete din ve devlet caddesini açtı.
Ona yuva ve konak Kasr-ı Arifan olmuştu.
Vefatında ölüm tarihi yine Kasr-ı Arifan oldu.
Nakşilikte on bir prensip:
Nakşibendi büyüklerinin büyük hakikatleri anlatmak için kullandıkları bazı terimler vardır. Bir başka ifadeyle tasavvufi eğitimin önde gelen ilkeleri de denilen ve Şeyh Abdülhalık Gücdevani tarafından belirlenen on bir prensip şunlardır:
1. İçinde bulunduğun halin bilincinde olmak,
2. Zikir icrasında belli sayılara riayet etmek,
3.Zikrederken kalbe yönelip zikredilenin bilincinde olmak,
4.Alıp verdiği hiçbir nefeste gaflete düşmemek,
5.Yürüken ayaklarının ucuna bakarak yürümek,
6.Yaratıklardan kurtulup Hakk’a yönelmek,
7.Zikre devam etmek,
8.Kalbi dünyevi düşüncelerden ve manalardan korumak,
9.Kalbi her an Allah ile huzur halinde bulunmak,
10.Nefesini tutarken icra edilen Kelime-i Tevhit zikrinde nefesi salarken “Allahümme ente maksudi ve rızake matlubi” demek,
11.Toplum içinde yalnız; halk içinde Hak ile olmak. Yani halk arasındayken de Allah ile beraber olmak.
Zikir usulü:
Yukarıda belirtilen esaslar dahilinde Nakşibendi tarikatının tasavvuf yolunda ilerken takip ettikleri usul, gizli zikir esasına dayanır. Ancak bu da sadece dilde olmamalıdır. Şah-ı Nakşibend hazretlerinin ifadesiyle zikirden maksat, sadece Allah veya Lailahe illallah demek değildir. Zikirden maksat, kelime-i tevhidin hakikatine ermektir. Yani söylerken masiva tamamen yok olmalıdır, dervişin kalbinden Allah’tan başka her şey silinmelidir.
Nakşilikte esas olan sohbettir. Ancak müridin günlük zikirleri de vardır. Bunu icra ederken uymaları gerken kuralları da bulunmaktadır. Bu arada günlük dersler de sessizce yapılır.
Bu tarikatta günlük zikirlerin dışında topluca yapılan Hatm-i Hacegan denilen bir zikir daha vardır. Bu zikir meclisine sadece aynı tarikata mensup olanlar girebilir ve zikre iştirak edebilir. Nakşibendiyye adabına göre Hatm-i Hacegan yapılırken diz çöküp oturulur ve gözler
kapatılır. Önce yirmi beş defa istiğfar edilir. Yedi adet Fatiha ile başlanır; yüz adet salavat, yetmiş dokuz adet inşirah suresi, bin bir adet ihlas ve yine yedi adet Fatiha okunur. Bunlar, hatmeye katılan kişiler arasında taksim edilerek sessizce okunduktan sonra dua yapılarak Hatm-i Hacegan tamamlanır. Tarikatın farklı kollarında bunun uygulama şekli ve zamanı konusunda bazı değişiklikler görülmektedir.
Nakşiliğin gelişimi ve yayılışı:
Pek çok mürit yetiştiren Şah-ı Nakşibend hazretlerinden sonra Alaattin Attar, Muhammed Pârisâ, Yakub-ı Çerhi ve Alaattin Gücdevani isimli halifeleri vasıtasıyla tarikat, dünyanın dört bir yanına hızla yayıldı. Özellikle değerli bir alim olan Muhammed Pârisâ, tarikatın ilim erbabı tarafından benimsenmesinde ve yayılmasında etkili olan ilk tarikat şeyhidir. Bu ilmi gelenek, o zamandan beri devam etmektedir.
Bahaddin Nakşibend hazretlerinin Buharalı oluşu nedeniyle tarikat, öncelikle Orta Asya’da, Pakistan, Afganistan ve Hindistan’da yayılmıştır. Şu anda dünyanın her yerinde müntesipleri vardır. Rufai tarkatı ile Nakşibendiyye tarikatı, dünyada en yaygın olarak bilinen tarikatlardır.
Ancak hafi/gizli zikri esas aldığı ve belli tekkelerde faaliyet göstermeyi şart görmedikleri için dünyada bu tarikat mensuplarının gerçek sayısını tespit etmek mümkün olmamıştır. Bolşevik ihtilaline rağmen Orta Asya, balkanlar ve Kafkaslarda İslam kimliğinin korunmasında Nakşibendiyye tarikatının gizli zikir usulünün ve gizli müntesiplerinin rolü büyüktür. Ülkemizde de mensuplarının sayısı konusunda kesin bir yorum yapmak mümkün olmasa da çok etkili bir tarikat olduğu söylenmektedir.
Çorum’da Nakşilik:
Namşibendiliğin Osmanlı coğrafyasında pek çok mensubu olduğu bilinmektedir. Onun içindir ki Çorum’da Nakşibendiliğin tarihî başlangıcı, bu tarikatın Anadolu’ya girişiyle paraleldir diyebiliriz. Zira o tarihlerde müntesiplerinden Çorum’a gelip yerleşenlerin olması doğaldır. Ancak resmi kayıtlara ve Ali İzzet Efendi’nin Tezkere-i Makamat’ta verdiği bilgilere göre on dokuzuncu yüzyılda Çorum’da iki tane Nakşi Tekkesi olduğu bilinmektedir. Fakat bu iki dergahın da yerleri konusunda kesin bir bilgi yoktur.
Çorum’da bilinen ilk Nakşi alim, Çorum’un eski müftülerinden Kara Müftü lakaplı Abdülkadir Efendi’dir. Ünlü hadis alimi Yusuf Bahri Efendi, Mısır’dayken şeyhinden Nakşilik icazeti almış ve şeyhlik hırkası da giymiştir.
Şeyh Eyüp Mahallesinden Şeyh Mehmet Şevki, İbrahim Ethem Baba ve oğlu Ali İzzet Efendi, Kırklar Medresesi müderrislerinden Kara İsmail Efendi, Pembe Ömer lakaplı Şeyh Mehmet Baba ve kardeşi Hacı Hafız, halen Mevlevihane olarak bilinen mekanın haziresinde metfun Hacı Ali Baba, Piri Baba ve şeyhi Şeyh Zeyneddin, Keyyali Veli Dede, Sefer Baba, Tezkire-i Makamatta adı geçen Nakşi şeyhleridir.
Bunlardan başka Çorum müftülerinden Madanoğlu Seyit Hacı Mehmet Hilmi Efendi, Hacı Yusuf Mahallesinden Derbendizade Müderris Hacı Hüseyin Efendi, Şeyhler Mahallesinden Piroğlu Ömer Baba b. Halil, Müftü Leblebizade Osman b. Ömer, Leblebizade Hacı Ali Arif Efendi, Deli Müftü lakaplı Leblebicizade Ahmet Feyzi Efendi, Ulucamii imam hatibi Urlu Hafız lakaplı Arif Gevenci Hoca, Çorum’un son müderrisi Kürt Hacı Mustafa Efendi de Nakşibendiye Tarikatı’nın meşhur simalarıdır.
Ancak son yüzyıla damgasını vurmuş iki isim vardır ki izleri hala devam etmektedir; biri Şiranlı Şeyh Mustafa Efendi, diğeri de Çerkez Şeyhi diye meşhur Ömer Lütfi Efendi’dir. Bu ikisinin haneleri, aynı zamanda birer Nakşi Tekkesiydiler. Günümüzde ise Nakşibendi Tarikatı’nın muhtelif kollarına mensup pek çok kişinin bu tarikata bağlılığını sürdürmekte ve zikir erkan ve adabını uygulamakta olduğu sanılmaktadır.