İnsan, hayat boyu almış olduğu mesafeyi, en iyi kendisi bilir. Bu sürecin en iyi farkında olan, eksiğini-gediğini en iyi bilen yine insanın ta kendisidir; Belki de kalbinin pompaladığı kanın şah damarından geçişini en iyi hisseden olduğundan... Yaşamın görünen kısmı, birçokları için çok önemlidir. "Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak" denen anlatımı destekleyen tüm ögeleri, gözle görünenlerin  oluşturduğunu söyleyebiliriz. Duydukları kısmına hiç girmeyelim. O konu zaten, yüz yıllardır insan - ı mahlukat'a kene gibi yapışmış ve onu yiyip bitiren bir mevzuu.

İnsan gördüğüne inanır. Ama eğer inanmak, "anlamak" karşılığını zihninizde yaratmıyorsa göz, sadece talihsiz bir organdır...Her bakan, bazen göremeyebilir. Gözümüzün görme kabiliyeti, anlamamıza ne kadar hizmet eder? Bakmayla başlayıp görmeyle devam eden, "anlama" aşamasını kazasız atlatan birisine ne mutlu! Artık inanabilir...

İnanmak... Öyle kolay bir iş, kolay bir süreç de değildir. Tahsil, tecrübe, yaşanmışlık, anılar, acılar, sevinçler, hüzünler... Koca bir yaşamın tüm tatları hizmet eder bu sürece. İnanmak bir ihtiyaçtır. Ekmek gibi, su gibi... Eksikliğinde bir türlü huzur bulunamayan, yerine başka bir şey konulamayan, nadide bir his. İnsanı, bu hissin doğruluğu yada yanlışlığından çok, varlığının ayakta tuttuğuna şahit olduk hep. Ve o varlık için kimi zaman, herşeyinden vazgeçtiğini de gördük. Buradan bakıldığında insan, ne kadar "kaygan bir zeminde" durmaya çalışıyor. Düşünmeden edemiyorum. 

İnandırılmak, inanmaya kıyasla daha basit ve özensiz bir süreçtir. İnsan, kendi iç saygınlığı bulunmayan, samimiyetsiz, ayakları yere bir türlü basamayan ruh halinde, şah damarının duvarlarına çarpan azgın dalgaları dinler gibidir. En kısa yolu seçtiğinin farkındadır. İnanma işinin kolay bir iş olmadığını bildiği halde "kolayı seçmek", ona, zamk gibi yapışan bir duygu olmaktan öte gidemez...

Sonuçta, gördüğüne - duyduğuna inanır. Aslında bu durum  inandırılmaktır! Esas hedef olan "anlamak" çok uzakta, kendi halinde, boynu bükük kalakalmıştır. Bir el uzatımı mesafede, bir kitap ayıracında, mürekkebin kağıda düştüğü yerde, bir sahafın derme çatma raflarında... Aramak ama öylesine değil! Ne aradığını bilerek... Küçükken kaybettiğin oyuncağını arar gibi...

Arabayı değiştirmeye karar verdim. Çocuklar büyüdükçe, arabaya sığmamaya başladık. Hali hazırdaki arabamızı da altı yıldır kullanmaktaydık. Al-satçı değilim. "Binmelik" araba alırız hep! Altı sene önceki alım-satımda karşılaştığım manzaralar aklıma geldikçe, hiç değiştiresim de gelmiyor. Arıyorum ama bulamadığıma da seviniyorum bir yandan... İnanma - inandırma muhabbetleri çok geriyor beni... İnanmak işime geliyor. "Adam da iyiye benziyor" diyorum içimden. İnanma yönündeki tüm engelleri kaldırıyorum kafamda. Arabanın sahibi zenginmiş. Çok iyi bakmış...

Direksiyonun başına geçip bir test sürüşü yapayım dedim. Benzin göstergesinin dipte olduğunu gördüm. Satıcı "seni benzinliğe kadar götürür" dedi. O an, her müşterinin test sürüşünde benzinlikten on liralık benzin aldığını öğrendim. Olsun! Güzel, geniş, rahat bir araba alıyordum sonuçta...

Alım-satım işlemlerimizi bitirdikten sonra depoyu fulledim. Araba büyük olduğu için, seyir halindeyken benzin ibresinin azalma yönündeki hareketini görmeye başladım. O an, "Bu arabaya tüp şart!" dedim. Tüp takımı için arabayı sanayiye bıraktım. Bir saat sonra tüpçü aradı:

"Hocam bu araba zaten tüplüymüş!"
"Nasıl yaani?"
"Hocam, sen bu arabayı benzinli diye mi aldın?"
"Evet!"
"Hocam, geçmiş olsun!"
O anki sinirimle, arabanın eski sahibinin telefonunu buldum, aradım. Durumu izah edemeden, neden aradığımı anlamış gibi: "Tüpü takılı olsaydı beş yüz kağıt daha verir miydin?"
Türk filmlerinde "baba" rolünü oynayan Hulusi Kentmen'i aradım. Zor durumlarda araya girer düzeltirdi... Yoktu! Elimde yeni arabamın ruhsatına bakıyordum. Yakıt tipi: Benzinli... Evraklar benzinli araba aldığımı gösteriyor. Zengin adam haklıydı. Bir şekilde o, malından beş yüz kağıt daha koparabilmenin peşinde tabi... On liralık benzinle ilk işim, sanayiye gitmek olmalıydı. "Sen uyanık olmalıydın!" dedim kendime. Gözümün gördüğüne, kulağımın duyduğuna inandım. İnanmak işime geldi. Anlamak için çaba lazım, emek lazım, mesai lazım...
Tüpü taktırdıktan sonra ilk işim "iyi bir insan, iyi bir vatandaş olarak" ruhsatı değiştirmek oldu. Yakıt tipi kısmı: Benzin - Lpg yazıyor artık. Böylece insan faktörü ortadan kalkmış oldu. Karşımdaki ile nefsim arasına sistem girmiş oldu. "Beni bana koma!" dualarını daha iyi anlamak bu olsa gerek... 

Ne mutlu! O meşhur ilanda, arabasını "anlatmaya" çalışan adama... Satarken artık ben de göğsümü gere gere yazacağım: "Tüpü ruhsata işli araba"

Tam da yazı bitmiş, bağlamışken meseleyi,"anlatmaya çalışan adama" bir kaç söz etmeden nokta koymak istemedim:
Sen var ya:
Özüsün şu memleketin, aslısın!
Kendi adına sen, çok şanslısın
Yorma nefesini, inanan inansın
Laf değil her daim, Hak ile olasın.

Malından mülkünden bahsediyorlar
Esas zenginliğini bilmiyorlar
Kulağına yetişenlere aldırma, onlar
Gözlerinin gördüğü kadarlar

Yalnız değildin, hatırla yanındakileri
Kafa kağıdı bile olmayan onca yiğitleri
Ulubatlı Hasanları, Koca Seyitleri
Seni bekliyorlar sakın, dönme geri!