1963-64 Öğretim Yılı'nda yine idare binasının ikinci katındayız. Ama bu sene birinci sınıftan beri birlikte okuduğumuz arkadaşlarımızdan pek çoğu eksildi. Onun yerine yenileri geldi. Çünkü A ve B şubelerinin sınıf geçenleri tek şubede birleşti. Daha önce birinci sınıfta okuduğumuz derslikte derse başladık.
O sene matematik öğretmenimiz Yaşar Sağsöz Çorum Lisesi'ne gitmiş, yerine liseden Mehmet Metin Aşkın gelmişti. Çok titiz, çok temiz giyinirdi. Tahtayı da çok temiz kullanırdı. Tebeşirle tahtaya çok güzel yazardı, deftere yazar gibi.
Bir gün sınıfa girdi. "Günaydın çocuklar" dedikten sonra yerimize otururken Hüseyin Gedik "Vay anam diyerek" zıpladı. Hocamız, "Ne oluyor orada? Ne oluyor?" diyerek Gedik'in yanına geldi. Birkaç tokat attı ama sesi hala hafızamda. Meğer arkada bulunan Ahmet Çoban elindeki raptiyeyi fırlatınca Hüseyin Gedik'in oturacağı yere düşmüş. O da raptiyenin üzerine oturunca canı yanmış, "Vay anam" demiş. Hocamız, gerekçeyi öğrenemedi ama Hüseyin Gedik cezayı çekmiş oldu.
Tabiat Bilgisi'ne yine Berke Hanım, Tarih ve Coğrafya dersine Remziye Çetiner geliyordu. İngilizce öğretmenimiz değişti. Vicdan Bilgisever gitti, yerine Perihan Alper geldi. Müzik dersine Mustafa Sucuoğlu ve Beden Eğitimi'ne de Albayrak İlkokulu'ndan Yüksel Bey geldi.
İlkokulda adını ettikleri on iki öğretmen İmam Hatip Okulu'nda karşıma çıktı. Herkes benim dersim diyordu. Müzik ve Beden Eğitimi dersi bile başımıza bela olmuştu. Müzikten "Sultan seccadesini sermiş köşeye" diye başlayan bir türkü varmış. Onu notasına uygun okuyamayan zayıf alıyordu. Sucuoğlu, bana da öyle dedi ve bastı zayıfı. Hele Beden Eğitimi Öğretmeni Yüksel Bey, kasa-minder hareketlerinden sorumlu tutuyordu. Kasa üzerinden takla atamayan zayıf alıyordu. Benim gibi sınıfın yarından fazlası zayıftı. Resim dersinden gayet başarılıydım. Hala yetenek derslerinden öğrencilere zayıf verilmesine anlam veremiyorum. Bence bu öğretmenler, yetenek avcısı gibi hareket etmeliler. Not sopasıyla öğrencileri ezmeye kalkışmamalılar. 
Arapça dersimize Osman Duman geldi. Dersten çok Bağdat hatıralarıyla vakit geçiriyorduk. "En-Nahvü'l-Vazıh" adlı kitabı takip ediyorduk. Kolay ama verimsiz bir yıl geçti. Bir defasında arka sırada oturan Ahmet Çoban, Osman Duman hocamıza;
-Bağdat'ta kız kaçırma var mı, diye sordu.
Hocamız da:
-Çoban, yoksa öyle bir niyetin mi var, dedi.
Ahmet Çoban, o an için inkar ettiyse de o yaz tatilinde bir kız kaçırarak evlenmişti.
O sene Kur'an-ı Kerim dersimize de Yaşar Kalkış gelmişti. Sene sonuna doğru Berk Hanım'la evlendi.
Sınıfımızda matematik ve İngilizce derslerinde başarı durumu kötüydü. Sınıfça bir karar aldık. Bu derslerden en başarılı olan bir öğrenci, sınıfta hafta sonu kurs verecekti. Bu durumda Arif Taş (Ersoy) matematik, ben de İngilizce derslerinden yıl sonuna kadar kurs verdik. Arkadaşlar da samimiyetle ve eksiksiz olarak o kursa devam ettiler. Okul idaresinin bilgisi vardı ama kurs konusunda her hangi bir desteği ve yaptırımı söz konusu değildi.
Birinci dönemin sonunda diğer derslerden durumum çok iyiydi ama sadece beden eğitimi ve müzik, karneme zayıf düştü. Benimle aynı durumda olan bir arkadaşım, "İftihara geçeceğim ama bu derslerim zayıf olduğu için geçemiyorum" diye yalvararak notlarını düzelttirdi. Fakat Ben, buna tenezzül etmedim. İmam Hatip Okulu boyunca birinci dönem karneme sadece bu derslerin zayıf düşmesini hala hazmedebilmiş değilim. Yetenek derslerinin başka bir sisteme tabi olması gerektiği kanısındayım. Bunu, öğretmenlik hayatımda hep bu branş öğretmenlerine söylemişimdir. Onların da aynı düşüncede olmalarından da çok memnunum.
Üçüncü sınıftayken ilk defa dördüncü sınıftaki ağabeylerimizle bilgi yarışması ve münazara yaptık. Duvar gazetesi çıkardık. Yıl sonuna doğru sınıf gecesi yaptık. Bu senelik yine sınıfımızda yapılmıştı ama Tedrisat Binası'nın inşaatı yeni başlamıştı. Gelecek yıl en azından bu binanın bodrum katında daha geniş bir salonda sınıf gecemizi yapacağımızı hayal ediyorduk. 
Altmışlı yılların başında Tatbikat Camii yapımı başlamıştı. Buna ilaveten bugünkü Fatih Caddesi'nin kenarına Tedrisat Binası'nın temeli atıldı. Üçüncü sınıfta olduğum sene bodrum katı bitmiş, birinci karın karkası tamamlamak üzereydi. Tamamlanınca yemekhane, bodrum kata taşınacaktı. Orayı icabında tiyatro salonuna çevirip sınıf gecelerimizi oralarda yapabiliriz diye hayal ediyorduk.
Evde gerek cami inşaatını, gerekse yeni binanın yapımını öyle sevinçle anlatıyordum ki annem, bundan çok etkilendi ve otuzlu yıllardan kalma gelinlik gramisiyesini çıkartıp bana: "Şunu götür, altıncılar arastasında teneki Fuat'ın oğlu Nihat'a bozdur, parası al, getir" dedi. Niyetini az çok anladım. Gramisiyeyi alıp sarrafa götürdüm. O da beni epey sorgudan geçirdi. Meğer çalıntı olup olmadığını anlamak istiyormuş. Sonra kim olduğumu anlayınca "Satacaksan şu kadar eder" deyip parasını saydı. Parayı alıp anneme getirdim. "Oğlum bunu al, doğru okul müdürüne teslim et. Camide ve okul inşaatında bir tuğlalık payımız olsun. Ahiret azığım olur" dedi. Elini öptüm, sarıldım, tekrar öptüm. Parayı alıp müdürümüze götürdüm.
Necmi Şamlı Bey; "Kim gönderdi evladım?" dedi. Annemin gönderdiğini söyledim. Onun adına bir makbuz kesti. Hizmetli Bilal Çavuş'u çağırdı. "Bilal Efendi, usta ve işçilerin bu haftaki yevmiyeleri de halloldu. Bak, Allah bizi bunaltmıyor” diyerek parayı ona teslim etti. O sırada bir başkası da altın küpelerini getirmişti, katkı olsun diye. Bu arada bir çok işçinin ve ustanın da bazı yevmiyelerini hayrına sayıp para almadıklarını öğrendim. Bu binaların halkın destek ve yardımıyla nasıl yapıldığına o yaşlarda şahit oldum.