Üç yıldır birlikte çalışıyoruz onunla. Adı Melike… Bir devlet okulunda, sadece devletin imkânlarıyla olabilecek şeylerin çok üzerinde işlere soyunmuş. Boyuna posuna bakarak, bitmek tükenmek bilmeyen gücünü, kuvvetini, enerjisini nereden aldığını tahmin edemeyeceğiniz bu sıra dışı kişilik, her gün farklı görevler ile kapımı çalmaya başladı. Kendisinin yazıp takibini yaptığı Erasmus Projeleri'ni, farklı sunumlarla yüceltmek ve Avrupalı ortakların ilgisini el üstünde tutmak istiyordu. Onun bu konudaki çabalarını görüp bir kenarda izleyici kalmak mümkün değildi. Hele benim gibi bir de müzik öğretmeniyseniz. 


Okuldaki amirlerimi can kulağıyla dinlerim. Ama burada Melike'yi de bunların arasına dâhil ettim. Yani demem o ki Melike de bir idareci hüviyeti kazanmıştı gözümde. Mesleğinde Otuz yılı geride bırakmış birisi için aşı gibiydi. Memnundum. Birçok programların, çalışmaların altında imzam olmasına rağmen, konu başlığının farklılık göstermesi beni heyecanlandırıyordu. Okula gelir gelmez gözlerim onu aramaya başlamıştı. Bana yönelip yeni bir çalışmadan bahsettiğinde, yeni göreve başlamış öğretmen heyecanı hissediyor, can kulağıyla dinliyordum. İşin mesleğimle ilgili olan kısmı kolaydı benim için. Müzik, dünya insanlarının ortak diliydi. Bunu bilmek beni rahatlatıyordu. Bu demekti ki bir insanoğlu ile iletişime geçebileceğim en özel vasıtaya, müziğe sahiptim. Bu konuda donanımlı olmam beni cesur kılıyordu. 
Asıl cesareti onun, okulumuza gelen Avrupalı proje ortakları arasındaki rahat ve emin duruşundan alıyordum. Binlerce kilometre öteden gelmiş, Polonyalı, Çekyalı, Portekizli, İspanyol, İngiliz misafirlerin arasında, sanki onlarla yıllardır tanışıyormuşçasına samimi, içten ve güler yüzlü yaklaşımları… Dünya insanı profilini sanki bir yaşam öncesinde çözmüş, aşmış ve üzerinden geçiyormuş gibi. Hayranlıkla seyredilesi… Bana ilham veren öğretmenlerim oldu. O, bana öğretmenliğin yaşta olmadığını öğretti. Ufak tefek naif duruşunun üzerinden taşan bu gücün kaynağı, tamamen bilgisi, birikimi, donanımı ve insancıllığında saklıydı. 
Erasmus çatısı altında Portekiz ve İspanya'ya gittim. Bulunduğum ortamlarda, toplantı masasının bir kenarında o vardı. Oradaydı… Bir yemekte, keyifli bir sohbete eşlik eden kahkahaların arasından onun gülüşünü seçebiliyordum.
Bir sabah okula geldiğimde Melike yoktu. Önce proje ile Avrupa'da sandım. Gelir dedim… Rahatsızmış. Öyle dediler…
Bir hafta sonra geldi. Kendisinden geriye kalanla… 
Bu o değildi! Yok! Dedim. Bu o değil! Tanıyamadım. Suratı bir karış yerde, öylece, boş boş bakıyordu… O atom karınca, şarjı hiç bitmeyen… Bana otuzuncu senemde örnek olmayı başarmış karakter!
Yoktu…
Yanına gitmeye, neyin var demeye korktum. Bayan arkadaşlar yanında, klâsik, rutin bir şeyler mırıldanıyorlardı. 
Bebeğini düşürmüş… Daha sonra birkaç hafta daha geldi gitti. Renksiz, soluk… Okul da soğudu onunla… Kış geldi. Biz onun kadar üşümedik. 
Pandemi dönemi onu hiç görmedim. Salgın tam da zamanında gelmişti. Zira bu vaziyette Melike, Melike değildi! 
Sonra hamile olduğunu öğrendim. Bu sürecin sonunda da doğum yaptığını… Arayıp tebrik etmek istedim. Hem de onu anlatan bir yazı yazdığımdan bahsedecektim. 
"Beni boş ver, yazacaksan doktorumu yaz" dedi. 
Şaşkınlık içerisinde dinlemeye başladım. Yaşadığı talihsiz olayın ardından başlayan ve zorlu hamilelik süreci ile devam eden hikâyesini anlattı. Hikâyesi yazılası insan, gerçek hikâye için bir başkasını işaret ediyordu. Doktorunu… 
Güçlü, hayat dolu sesi burkulmuş, yorulmuştu. Yaşadığı büyük sıkıntı, kurmaya çalıştığı cümlelere yansıyordu. Konuştuğu cümlelerin arasında sürekli tekrarladığı bir bölüm vardı: "Beni ve bebeğimi O kurtardı!" Bir de "O olmasaydı…" diye başlayan cümleler… Onun sadece bir doktor olmadığından, bir abi, bir baba bir dost sıcaklığında yaklaşımlarından bahsetti. 
    En sonunda "Herkes duysun bilsin bu insanı… Dünyada böyle birisi var! Benim gibi ihtiyacı olan herkes onu bilmeli. Sen güzel yazıyorsun hocam. Doktorumu da yazar mısın?" dedi. 
    Memleketin en büyük eksiklerinden birisi olan takdir ve ödül mekanizmasını bildiğim için hiç düşünmeden "yazarım" dedim.
Melike'nin yaşadığı bu sıkıntılı sürecin idare edilmesindeki yaklaşım ve tutumlarıyla, önce yaşama sarılmasını sağlayan ve sonunda da yıllardır özlemini çektiği yavrusuna erişmesinde büyük bir özveri ve hassasiyet gösteren doktor!    
İyi ki varsın!
Bir devlet hastanesinde, sadece devletin imkânlarıyla olabilecek şeylerin çok üzerinde işlere soyunmuş, sürecin en başından, doğumun gerçekleştiği yılbaşı gecesine kadar, ne nöbetçi ne icapçı olmadığı halde hastasının elini bırakmamış:
Sayın Doç. Dr. Cihan TOĞRUL…
Allah iyilerle karşılaştırsın dediğimiz bir duamız vardır. Seni, Melike'nin karşısına çıkarttığı için şükrediyoruz. Sana da sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. Bir gün, Hitit Üniversitesi Çorum Erol Olçok Eğitim ve Araştırma Hastanesi - Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalına yolumuz düşer, geliriz. Ve orada Melike'ye dokunduğun ellerinden öperiz.