On dakika önce başlayan sınavdaydı. Masanın üzerindeki soru kağıdı sanki kendisine binlerce kilometre uzaktaydı. On dakika boyunca boş gözlerle öylece bakıyordu. Dikkatini sorulara odaklamalı, on sorunun en azından beşini yapmalıydı. Çalışmamıştı. Yüzü yoktu bakmaya. Öğretmen durumu fark etti ve yanına yaklaştı. Kulağına eğilerek:
"Oku, gerisi gelir!" dedi.
Öğretmeni seviyordu. İyi adamdı. Sadece onun hatırına  bile olsa, bu kâğıda yüz çevrilemezdi. Matematiğe kafası basmıyordu. Ya da kendisi öyle sanıyordu henüz. Evin durumundan, babasının tabiatından, yatalak dedesi ve dört kardeşin dirlik vermediğinden şikayetlenmeye de ar ediyordu...
Sınav sonucundan hiç ümitli değildi ancak sürpriz bir şekilde en yüksek notu almıştı. Bu sonuca herkesten çok şaşırdığını gizleyemiyordu. Öğretmen tek tek sınav kağıtlarını dağıtıyor, öğrencilerin yanlışlarını görmelerini istiyordu. Haliyle tüm sınıf onun kağıdına odaklanmıştı. Ne de olsa en yüksek not onunkiydi. Öğretmen çocuğun kağıdını en sona saklamıştı. Kağıdın okunamaz halde, buruş buruş, örselenmiş ve yıpranmış hali ile nasıl tam puan aldığı iyice belirginleşen bir konu olmuştu. Bu kağıdın neresi yüksek not alabilirdi ki? İnanılacak gibi değildi. Şaka olmalıydı... Sınıfın çalışkan çocukları, haksızlık yapıldığını hissedip suratlarını düşürmüşlerdi. Bir yandan öğretmenin kağıtla ilgili ne söyleyeceğini de çok merak ediyorlardı.
Öğretmen zar zor ayakta durmayı başaran sınav kağıdını, herkesin görebileceği gibi tutuyordu.
"Arkadaşınızın kağıdının not karşılığı 5 ama ben 10 verdim."
Yapılan haksızlık gün yüzüne çıkmış, öğretmen itiraf etmişti. Meraklı gözler biraz olsun rahatlamış fakat yine de notun 10 olması halâ gizemini korumaktaydı. Öğretmen devam etti:
"Arkadaşınız her sabah şehrin bir ucundan okula yetişmek için, saatte bir geçen otobüse binmek zorunda. Bugüne kadar bu otobüsü hiç kaçırmadı. Çoğu zaman evden alel acele çıktığı için uygun ayakkabı ve giysi seçemedi, üşüdü. Artı bir puan. Yine bu yüzden çoğu zaman yanına para almayı unuttu, tenefüste bir simit bile alamadan, sizden de isteyemeden aç kaldı. Artı bir puan. Evde çalışması gereken süreyi, kardeşleri ve hasta dedesiyle paylaşmak zorunda kaldı. Artı bir puan. Kâğıdın üzerine dikkatli bakarsanız silgi ve kalemin yoğun savaşını görürsünüz. Mücadelesi ve sorularla savaşı takdire şayan. Artı bir puan. Üç sorunun gidiş yolu doğru, küçük hatalar yüzünden sonuç yanlış. İyi hâl'den artı bir puan daha..." 
Öğretmen verdiği puandan emindi. Hatta bu sayede en güzel dersini verdiğini de düşünüyordu. Öyleydi. Uzatılan ele sıkıca tutunan o çocuk, sürüklendiği zaman diliminde "bir şey" olmak için uyandı ertesi sabaha. Umutla...Ve ülkesi Rusya'nın yetiştirdiği, dünyaca ünlü bilim insanlarından birisi oldu.
*    *     *      *    
Üç yanlışın bir doğruyu, beraberinde de bizden bir parça götürdüğü günler yaşıyoruz. Sistem öyle bir şekilde zuhur ediyor ki, o doğru kıymetimizi tarif eden, anlatan bile olsa aynı zamanda ipimizi çeken de olabiliyor.
Nereye götürüyorsunuz? Bırakın doğrumu! Onun bir suçu yok...
Herkes o üç yanlışa odaklanmış, hangi doğruyu götüreceğine bakıyor. Oysa o acımasız üçlü, beraberinde  götürdüğü saf ve berrak doğruyu bir köşede sessiz, sakin, boynu bükük bırakıp ardına bile bakmadan, Türk filmlerindeki kötü adam gülüşüyle: "Yaptın da ne oldu?" deyip çekip gidecek... Doğru, yüzüne sallanan parmağın korkusuyla sinik ve tembihli... "Bir daha yapmayacağım" düşüncesini mıh gibi kafasına çakarak, dersini almış bir şekilde korkak, zayıf, gereksiz ve sanki bir fazlalıkmış gibi, kendini göstermeye cesaret edemeyecek. 
Zamanında yapılan yanlış doğrudur. Hele de ders alınmış bir yanlış gibisi yoktur. Yanlışı algılayıp doğruya yönelmek zekice bir iştir. Zekâ belirtisidir. Bir insanın yanlışlarıyla yüzleşmesi ve burada gösterdiği mücadele çok önemlidir. Yapılan yanlışların, karakter dediğimiz tanım kümemizde bir delik açmadığını bilmek, bilâkis olgunlaştığımızdan bahsetmek, yapıcı bir büyümeye destek olur.
Günümüz eğitim sistemlerinde de göbeğimizi pervasızca kesen bu değerlendirmeler ve sonuçları toplumun kanayan bir yarası olmaya devam ediyor. "Ne olmak istiyorsun?" sorusunun unutulduğu, "puanın nerelere yetiyor" sorularıyla uğraşıldığı günlerdeyiz. 
Doğru'nun rota'dan şaştığı her şey için standart bir  açıklama yapılıyor son günlerde : "Ahir zamandayız, her şey normal!"
Yanlış - doğru savaşları sonunda elde ne kaldıysa bir sıralama yapılıyor. Sıralama çok ilginç:
400,156 : PDR (Rehberlik)
401,354 : İktisat
402, 324: Hukuk
Ve sonuç: İktisat Fakültesi
Bu sonucu cümle içerisinde, aynen söylendiği gibi okuyalım:
"İktisat Fakültesi geldi..."
Sanki toto oynamış ta tutturmuş insan sözü gibi. Ya da hayatına  mâl olan en trajik ıskalamayı yapan...
Bu ne şimdi? Bahsettiğimiz konu bir insanın geleceği. Üzerine inşa edeceği hayatı... Mutluluk, saadet, istikbâl, başarı, istikrar, aile, gurur, kazanç ve daha bir sürü duygu'nun, filizlenip yeşereceği bir sonuçtan bahsediyoruz. Bir insanın, hayatta bulunduğu yerdeki mutluluğu inşâ edilecek, akabinde evlenecek, toplumun çekirdek yapısını, aile'yi oluşturacak. Toplumun en küçük yapı taşı aile'nin temeli atılıyor, kimsenin haberi yok!
Sonuç olarak, tüm bu son sistemin(!) meyvesi olan iktisatçımız, bir daire'de müdür olacak. Kendisinin bile inanamadığı bu süpriz akibetine her sabah şaşmaktan usanıp, bu durumuna kafa yormayı bırakacak. Kadere iyice inanmış ruh haliyle oluşturduğu zaman girdabında, ara sıra gençliğini hatırlayıp iç çekecek. "Aslında ben" deyip devamını getiremeyecek... Masasının üzerine imza için konan evraklara, öylesine göz gezdirip alel acele karalayacak. Sonra odacısına söylediği kahvenin tadı ile kendine gelip "iyi ki iktisat okumuşum" diye avunacak. Oğluna aldığı markalı ayakkabı ve kızına aldığı son sistem cep telefonu ile babalığın gururunu yaşayacak. Ertesi gün masasına konan evraklar, dünkine göre gözüne daha çok gözükecek. Kaleminin yazmaması, kravatına dökülen çayı bile yanlış meslek seçimine yoracak. Sadece bir yanlış daha yapıp PDR okusaydım diyecek.
Meğer yanlış ne değerliymiş. Mutlu olacağım tercih, yapacağım bir yanlışa bağlıymış. Yapılan  doğruya üzülüneceği hiç akla gelmezdi. Evet; Bu da oldu! Günümüz ölçme değerlendirme sistemleri her şeye kadir... (!)