1-Allah'ın birliğine iman ve zikir
Allah'ın varlığına ve birliğine iman etmek farzdır. Peygamber gelmese bile her insan, O'nun varlığını ve birliğini aklıyla bulmak zorundadır. İlsem, tevhit dinidir. Yani Allah'ın bir olduğuna kalben iman etmeyi, dille de ikrar etmeyi esas alır.
Tevhit, bir şeyin bir ve tek olduğunu kabul etmek demektir. Tevhit; Allah'ın zatında, sıfatlarında, mabud oluşunda bir ve tek olduğunu zihin ve kalp yoluyla kabul etmektir. Tevhit inancına göre Allah vardır, varlığının başlangıcı da sonu da yoktur. Allah birdir. Sonradan yaratılanların hiç birine benzemediği gibi varlığını devam ettirmede de hiçbir şeye muhtaç değildir.
Bunları aklımızla da bulabiliriz ama başkalarından duyarak iman etmek yani taklit yoluyla iman etmek de caizdir. Yeter ki bu iman kalben tasdik derecesine ulaşmış olsun. 
Kuran-ı Kerim'de bir adı da Tevhit Suresi olan İhlas Suresinde şöyle buyrulmaktadır:
"De ki O, Allah'tır, bir tekdir.
O, Allah'tır Samed'dir. Her şey O'na muhtaçtır.
O, hiçbir şeye muhtaç değildir.
O, doğurmamıştır, doğrulmamıştır.
Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir."
Rivayete göre Kureyş, Resulullah (sav)e "Bizi kendisine davet ettiğin Rabbi'nin nelerdir?" diye sormuşlar. Bunun üzerine İhlas Suresi nazil olmuştur.
Pek çok ayette Allah'ın varlığından ve birliğinden söz edilir. Erendeki bunca varlığı, gezegenleri tek bir tanrının idare edemeyeceğini, bunun için pek çok tanrıya ihtiyaç duyulabileceğini ileri sürenlere karşılık Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilah olsaydı, yer ve gökler harap olup giderdi." (Enbiya-22)
Ayet, oldukça açıktır. Birden fazla tanrı olursa bir konuda hep aynı kararı veremezler. Birini olacak dediğine öteki itiraz eder. Sonuçta ihtilaf edilmiş olup kavga çıkar. Bu da bir ilah için asla doğru değildir, hatta mümkün de değildir.
Tevhitte esas olan; Allah'ın birliğine iman etmektir, ona hiçbir şekilde şirk koşmamaktır. Peygamberleri, alimleri, velileri ve kahramanları överken, -Yunan mitolojilerinde olduğu gibi- onları ilah derecesine çıkartmamak gerekir. Kabirleri ziyarette de bu hassasiyete dikkat etmek lazımdır.
Allah'ın varlığına ve birliğine iman etmek, altı iman esasına imanın temelidir. Bunlara kalben iman eden ve diliyle de söyleyen kimse elbette mümindir. Kalben iman edenlerin bundan sonraki görevi Allah'ı zikretmektir.
"Ey müminler, Allah'ı çok anınız, zikrediniz." (Ahzap Suresi-4)
Bir başka ayette siz beni zikrediniz ki ben de sizi anayım." (Bakar 152) buyrulmaktadır.
Zikir; Allah'ı dille hamd, tesbih ve tekbir yoluyla övmek, nimetlerini anmak, bunları kalple hissetmek, tefekkür etmek, kulluğun gereklerini akıl beden ve mal ile yerine getirmek, namaz kılmak, dua ve istiğfarda bulunmaktır.
Zikir, sadece namazda olmaz. Cenab-ı Hak, "Namazı bitirdiğiniz zaman Allah'ı ayaktayken, otururken ve yanı üzereyken anınız" (Nisa-102) buyuruyor.
Sadece insanlar değil, canlı cansız bütün varlıklar Allah'ı zikrederler: "Yedi gökler, yer ve onlarda olanlar, bütün mahlukat, Cenab-ı Hakk'ı tesbih ederler (noksan sıfatlardan uzak olduğunu ifade ederler) Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı hamd ve tesbih etmesin. Fakat siz onların tesbihlerini (zikirlerini) anlamazsınız. Çünkü anladığınız dil ile değildir." (İsra-44)
Ankebut Suresi 45. ayette "Allah'ı anmanın en büyük ibadet" olduğu vurgulanmaktadır. Her ibadette olduğu gibi mal ve evlat, müminleri Allah'ı anmaktan alıkoymamalıdır. Gerçek müminler Allah'ı anmaktan geri durmamalıdırlar..Zikrin en faziletlisi kalp ve dille birlikte yapılanıdır. Allah'ı tesbih ve tazime, hamd ve şükre dair sözleri söylemek dilin zikridir. Allah'a inanmak, O'nun zat ve sıfatlarına delalet eden delilleri, emir ve yasakların mana ve hikmetlerini, yaratıkların sırlarını düşünmek kalbin zikridir. Emredileni yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak da organların zikridir.
Hasan Basri, kimseye hissettirmeden Allah'ı anmanın çok sevap olacağını, ancak haramdan kaçınmanın daha üstün olduğunu belirtmiştir. Halkı dine davet adına Allah'ı anmak, dini övmek ve şeriat hükümlerinin güzelliklerinden bahsetmek de dilin zikri sayılmıştır. Ancak dille zikir; yerine, zamanına ve kişilerin durumuna göre cehri veya hafi olabilir.
Hadislerde zikir halkaları cennet bahçelerine benzetilmiştir. Ayrıca zikir maksadıyla bir araya gelen topluluğu ilahi rahmetin ve meleklerin kuşatacağı, üzerine sekinet ineceği, Allah'ın da onları kendi nefsinde anacağı, yeryüzünde "Allah Allah " bir kişi bile bulunsa kıyametin kopmayacağı belirtilmiştir. Ancak zikirde ihlas, en önemli şarttır.
Zikir; gece gündüz, ayakta veya oturarak, abdestli ve abdestsizken yapılabilir. En faziletli zikir, kalp ve lisanla birlikte yapılan zikirdir.
Zikir, üç derecedir:
1.Zahir ehlinin zikri: Şeriat edeplerine riayet etmek ve ibadetleri yerine getirmektir.
2.Tasavvuf ehlinin zikri: Allah'a vasıl olma arzu ve talebiyle yapılan zikirdir.
3.Ariflerin zikri: Nefsinden ve onun arzularından fani olup sırf nur olan aleme erişerek sonsuza nazar emektir.
Zikirden maksat, Allah'ın varlığına ve birliğine imanını her an ilan etmektir. Her mümin, kalbiyle iman ettiği gibi diliyle de Allah'ı zikretmek suretiyle O'nunla bir olduğunu ifade etmiş olur. Zikrin her türünde olduğu gibi burada da ihlas şarttır. İbadetlerinde ve her türlü davranışlarında olduğu gibi Allah'ın varlığına ve birliğine iman edip O'nu zikretmekte de riyadan, gösterişten daima uzak durmak gerekir.