Kanaat; Elindekine razı olmak, azla yetinmektir. İlim ve tasavvuf erbabının dediği gibi "Kanaat, tükenmez bir hazinedir."
Aza kanaat etmekle ilgili pek çok atasözümüz vardır:
"Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz"
"Devlet istersen kanaat, rahat istersen ölüm"
"Biri bilmeyen bini hiç bilmez"
"Azıcık aşım, ağrısız başım"
"Bugün buldum bugün yerim. Yarına Allah kerim"
İnsanoğlu, yaratılış itibariyle hep daha çoğunu ister. Peygamber Efendimiz (sav) bunu şöyle açıklıyor:
"Ademoğlu'nun iki dere dolusu malı olsa üçüncüyü ister. Ademoğlunun gözünü ancak toprak doldurur. Allah, tevbe edenlerin tövbesini kabul eder."
Firdevsi, "Yeryüzünde bütün ızdıraplar, aza kanaat etmekten doğar" der. Şunu unutmamak gerekir ki azla yetinen kanaatkar, her zaman zengindir. Bol servet içinde yaşayan bir açgözlü ise daima fakirdir. İnsanlar, daha çok servet isterler. Ama onların aslında kanaate ihtiyaçları vardır.
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:
"Her gün bir melek: "Ey ademoğlu, sana yetecek kadar az varlık, seni azdıracak kadar çoktan hayırlıdır" diye seslenir."
"Müjde o kimseye ki islam hidayetine ulaşmış, kendisine, geçimine yetecek kadar nimet verilmiş ve buna kanaat etmiştir." (Tirmizi-Müslim)
Kanaat, bir lokma bir hırkaya talip olmak demek değildir. Gerektiğinde azla yetinmeyi bilmek, mal hırsına kapılarak meşruiyet dışında kazanç aramaktan ve başkasının elindekine göz dikmekten sakınmaktır.
Maverdi, kanaatin üç derecesinden söz eder;
1.En ileri derecesi, dünya nimetlerinden hayatın devamına yetecek kadarıyla yetinmektir.
2. Kullanıp değerlendirebileceği kadarına sahip olmak ve fazlasına ilgi duymamaktır.
3. Mümkün olanı istemek, aşırısına kendisini zorlamamaktır.
Tasavvuf ehline göre salikin mala düşkün olmaması gerekir. Bu da ancak beslenme, giyim ve mesken gibi temel ihtiyaçların karşılanmasıyla mümkündür. Gazzali, bu konularda ihtiyaç sınırını aşarak daha çoğunu isteyen ve uzun süreli gelecek kaygısıyla zihnini meşgul edenlerin kanaat şerefini kaybetmiş, tamahkarlık ve hırs zilletiyle lekelenmiş olduğunu belirtir.
Allah, insanları kazançta, üretimde eşit yaratmamıştır. Ama tüketimde eşit yaratmıştır. Kişinin yüz tane villası olsa yalnız birisinde kalabilir. Önünde yüz çeşit yemeği olsa yiyeceği bir iki tabaktır. Ancak doyuncaya kadar yiyebilir. Kuyuya kovayı daldırsan ancak aldığı kadarını çıkarabilirsin.
Hz. Muhammed (sav) halka sultanlar gibi para dağıtıp, fakirleri ihya ederken kendi evinde hasır ve arpa ekmeğinden başka bir şey yoktu. Hz. Aişe validemiz, Peygamber ailesinin durumunu şöyle anlatıyor:
"Hayatının sonuna kadar Peygamber ailesi, üç gün üst üste doyasıya buğday ekmeği yemedi. Muhammed (sav) ailesi, bir günde iki defa yiyecek yedi ise biri mutlaka ekmeksiz hurma idi."
Hz. Mevlana, evlerinde yiyecek bir şey kalmadığını söyleyen hanımına tekrar sormuş:
- Gerçekten hiçbir şey kalmadı mı?
-Evet, hiçbir şey kalmadı.
Hz. Mevlana, büyük bir sevinçle ellerini kaldırıp "Allahım sana hamd ü senalar olsun ki evimiz bugün Peygamber evine benzedi" diye Allah'a şükretmiştir.
Kanaatkar olanın onurlu ve özgür bir hayat süreceği, gönlünün huzura, bedeninin rahata kavuşacağı hep anlatılmıştır. Zenginliğin bir şeref ölçüsü olamayacağı belirtilmiştir. Bununla beraber kanaatkarlık, mutlaka yoksulluk anlamına gelmez. Kanaat sahiplerinin zengin olmaları da mümkündür. Bu durumda onların cömertlik gösterip imkanlarını başkalarıyla paylaşmaları gerekir. Zira cömertlik peygamberlerin erdemli halleridir. Zekat ve sadakalarını tam verdikten sonra taptığı hayır ve yardımlarla çevresindeki insanlara yararlı olmak gerekir.