Tevekkül, Allah'a güvenip dayanmak anlamında bir terimdir. Tevekkül; insanoğlunun çalışıp çabalayarak elinden geleni yaptıktan sonra Allah'a güvenmesi, neticeyi O'ndan beklemesidir.
Mesela bir çiftçi tarlayı güzelce sürer, tohumunu ve gübresini atar, gerekirse sular, yapabileceği herşeyi yapar. Sonra neticeyi Allah'tan bekler. Bir kimse memleketin düzelmesi, ıslah olması işi gayret eder, sonra da ülkesi için dua ederse isabetli hareket etmiş olur. Bir hasta da derdinin devasını araştırır, her türlü tedavi yollarına başvuru, ondan sonra da Allah'tan şifa dilerse doğru bir yol izlemiş olur. Bunlara hiç başvurmadan "Allah'ım, sen şifa ver" diye yalvarmaya kalkışması, tevekkül değildir.
Ayet-i Kerime'de: "Bir kere azmettin mi Allah'a güven, dayan" (Al-i İmran 159) buyurulmaktadır. Burada tevekkül edebilmek için azim ve gayrete işaret edilmektedir.
Tevekkül ile ilgili bazı ayetler:
"Eğer mümin iseniz Allah'a tevekkül ediniz." (Maide: 23)
"Mütevekkiller, Allah'a tevekkül etsinler." (İbrahim: 12)
"Kim ki Allah'a tevekkül ederse, Allah ona kafidir." (Talak: 3)
"Muhakkak ki Allah, mütevekkilleri sever." (Al-i İmran: 159)
Hz. Peygamber (sav) bizleri uyarıyor: "Eğer siz Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz kuşların rızkını verdiği gibi sizinkini de verirdi. Görmez misin kuşlar yuvalarından aç giderler de akşam tok dönerler." Bu hadis-i şerifte kuşların bile yuvada kalmayıp rızık aramak için çalıştıkları anlatılmaktadır. Bu hadis, özellikle "İş bulamadım, Allah bir yerden bize rızık gönderir" diyerek tembel tembel yatanlar için önemli bir uyarıdır.
Hz. Peygamber (sav)in "Deveni bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadın mı diye soran bir sahabiye, "Önce deveni bağla, sonra tevekkül et" buyurmuş olması, tevekküldeki ölçü ve kuralı ortaya koymaktadır.
Savaş halinde müminler hazırlıklarını tamamlayıp harp meydanına çıktıklarında artık sebat etmeleri gerekir. Uhud savaşında Abdullah Übey başkanlığındaki 300 kişilik bir grubun ayrılışı ayette kınanmakta ve diğerlerine şu mesaj verilmektedir.
"O zaman iki bölük bozulmaya/kaçmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah, onların yardımcısı idi. Müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler." (Al-i İmran: 122)
"Allah size yardım edecek olursa, artık size üstün gelecek hiçbir kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder. Müminler ancak Allah'a dayanıp güvenmelidirler" (Al-i İmran: 160)
Darda kalan bir mü'min, kurtarıcı aramaya, başka ilahlarda derman aramaya kalkışmamalıdır. "Her kim Allah'tan sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden nasip verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter." (Talak: 65)
Tevekkülü yanlış anlayanlardan bazılarına rastlayan Hz. Ömer, onlara ne ile meşgul olduklarını sormuş. Onlar da:
- Biz, hiçbir şeyle meşgul değiliz. Cenab-ı Hakk'a mütevekkilleriz demişler. Hz. Ömer de onlara:
- Hayır, siz mütevekkil değil, mütevekkilsiniz, yani hazır yiyicilersiniz, diye cevap vermiş onları yanlış yolda oldukları için uyarmıştır.
- Gazzali, "Tevekkülün iş görmeyi ve tedbir almayı terketme biçiminde yorumlaması, cahillerin kuruntusudur ve dinen haram sayılmıştır." der. Aslında tevekkül, bütün sebeplerin ve tedbirlerin üzerinde nihai belirleyici irade ve gücün Allah'a ait olduğu yönündeki şuur ve inancın zorunlu bir sonucudur. Yoksa tevekkül, tembellik ve atalete götüren bir sebep değildir.
Mehmet Akif Ersoy, tevekkülü yanlış yorumlayanlara öfkelidir.
Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun.
Onun hesabına bir çok hurafe uydurdun.
Sonunda bir de Tevekkül sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya.
Hz. Peygamber (sav), tevekkülle ilgili en güzel uygulamaları yapmıştır. Cenab-ı Hak, "Kur'an-ı Kerim'i biz indirdik, Onu muhafaza edecek olan da biziz" buyurmasına rağmen gelen ayetleri vahiy katiplerine yazdırmış ve ezberlemelerini teşvik etmiştir.
Cenab-ı Hakk'ın Resulüne ve ordusuna yardım edeceğini bilmesine rağmen İslamı yaymak için nice zorluklara göğüs germiştir. Savaş sırasında en güçlü orduyu hazırlamaya devam etmiştir.
Tedavi konusunda da "Ey Allah'ın kulları, hastalıkları tedavi ediniz. Zira Allah, derdi de dermanı yaratmıştır." Buyurarak tedavi cihedini tavsiye etmiştir.
Öyleyse bize düşen görev; tevekkülü doğru anlayıp doğru uygulamaktır.