Ruhumdaki depresyonu uzakta bırakabilmek, içimdeki ufuneti dağıtabilmek için il sınırlarını aşmak, bir yerlere gitmek istedim. 25 Eylül Pazar günü damadım Ahmet ile Ankara'ya vardık.
Ertesi gün Beştepe Külliyesi'ndeki Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi'ne gittik. Damadım Yaşar Uzun'un orada tanıdığı birisi varmış. O, bize kütüphaneyi gezdirdi. Bina, çok görkemli. Üç-beş bin metrekarelik bir alana yerleşmiş, altı katlı ve kubbeli bir bina.
Yetkilinin verdiği bilgiye göre 2 milyon basılı kitap, 12500 basılı dergiye ait 2 milyondan fazla dergi ve milyonlarca e kitap, dergi, elektronik tez varmış içinde. 201 km. raf uzunluğu deyince insanın aklı duruyor. 134 farklı dilde kitap varmış.
Kütüphanenin her katı, farklı bölüm içeriyor. Çocuk, gençlik, ses ve görüntü, nadir eserler ve araştırma kütüphaneleri gibi. Ayrıca süreli yayınlar ve okuma salonları, grup çalışma odaları, sergi, müze ve konferans salonları, toplantı salonları var. Son katta yemek salonu, pastane, dinlenme salonları da yer almıştır.
Her gün 24 saat hizmet veren muazzam bir kütüphane… Külliye ile arasında muhteşem cami de yerini almış durumda. Kütüphaneyi ve kitapları incelemek değil, sadece gezmek bile bir günlük iş. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın gençlerle ve bazı konuklarla toplantı yaptığı Divan Salonu da 400 kişilikmiş ve zemin katta bulunmaktadır.
Birkaç saatlik hızlı turdan sonra çayımızı içtik, biraz dinlendik ve evimize döndük. Ertesi günkü Konya turunu konuşmaya başladık. Önce Tuz Gölü'nü görmeyi kararlaştırdık. Coğrafya derslerinde okuduğumuz Van Gölü'nden sonra Türkiye'nin ikinci büyük gölünü yakından görme fikri beni heyecanlandırıyordu.
Sabah erkenden yola çıktık. İki saati aşkın yol gittik. Sonunda beyaz bir düzlüğe vardık. Üzerinde hiç su yoktu, kuş yoktu. Bizim gibi kuru gölü görmeye gelmiş yüzlerce yerli ve yabancı ziyaretçi vardı. Biz de o tuz deryasının üzerinde epeyce yürüdük. Bastığımız yerin tuz mu yoksa toprak mı olduğunu merak edip elimize alıp inceledik. Evet, tipik çekilmemiş tuz. Ortam çok sakin. Havası çok temiz. Tuzun altında doğalgaz deposunun oluşunu anlamak zor. Bir yerlerinden tuz alınıp işlenerek sofra tuzu elde ediliyormuş ama biz oraları göremedik.
Öğleye doğru oradan ayrıldık, Konya'ya yöneldik. Ama o yollar, o ilçeler, hatta o köyler öğrencilik yıllarımdakine hiç benzemiyor. Yeni bir yere gitmiş gibi devam ettik yolumuza. Öğrencilik yıllarımızda şehrin dışında diye bildiğimiz yerler, epeyce içeride kalmış. Konya'ya girince Mevlana Külliyesi'ne gidecek yolu tarif ederim diyordum ama sustum kaldım. Yolu navigasyonla buldular.
Müzenin çevresi tamamen değişmiş. Çarşılar, binalar, dükkanlar hep yer değiştirmiş. Damadım arabasına yer ararken biz de yemek yiyecek bir mekan derdindeydik. Sonunda tarihi bir mekanın ikinci katına çıktık. Etli ekmeklerimizi yedikten sonra Mevlana Müzesi'ne geçtik.
Konya demek, zaten Mevlana demektir. Onu ziyaret etmeden olamazdı. İçeri girdiğimizde her zaman olduğu gibi değişik milletlerden farklı kılıkta yüzlerce insanın oraya akın ettiğini gördük. Yeşil Kubbe, bakımda idi. Ama Mevlana ve babasının kabrinin bulunduğu alan açıktı. Oradakileri ziyaret ettik. Dış mekanlarda Mevlevi dervişlerinin farklı halleri sergileniyordu. Oraları seyrederken tasavvufun yaşanışındaki ihlası bir daha gözlemledik.
Mevlana türbesini ziyaret ettikten sonra Merkez Öğretmen Evi'ne gidip yerleştik. Akşamleyin Alaaddin Cami'ne gitmek niyetindeydik. Orada Konya KYK Müdürü Mustafa Terkos Bey'le buluştuk. Öğrencilik yıllarımda o cami hep tamirde idi. Yirmi yıl sonra gittiğimde yine tamirdeydi. Bu defa açık bulabildim. Gerçekten muhteşem bir cami. Selçuklu Devleti'nin görkemini yansıtan şaheser bir mabed.
Oradan çıkışta değerli öğrencim Sayın Terkos, bizi bir yere götürdü. İkinci defa etli ekmek yedik. Kendisine teşekkür ediyoruz.
28 Eylül Çarşamba günü kahvaltıdan sonra son bir Konya turu yaptık. Meram bağlarına doğru gittik. Orada koca bir Meram kentini gördük. Dağ, taş, dere, tepe hep bina olmuş. Oradan Çorum'a baktım; Ilıca, Ahçılar, Ayarık, İbrahim Çayırı bağlarının geleceğini gördüm. Ama kaç yıl sürer bilmiyorum.
Kelebekler Vadisi'ni gezdik. Kahire'deki Kelebekler Müzesi'nden farklı olanı, buranın canlı oluşuydu.
Sille Köyü ve Barajı'nı gördük. Japon Parkı'nı gezdik. Öğle yemeğimizi de orada yedik. İkindi vakti Ankara'ya hareket ettik.
Bu gezi, hepimiz için iyi oldu. Biraz efkar dağıtmamıza vesile oldu. Gezerken pek fark etmedik ama iyi yorulmuşuz. Yattığımız gibi uyumuşuz. Ertesi gün yine bir gezi planıyla uyandık.
Bu defa günü birlik geziler planlıyorduk. Kızılcahamam ilçesine gidelim dedim. Kabul gördü. Karar verip yola çıktık. Amacımız sadece piknik yapmaktı. İlçede Soğuksu Milli Parkı varmış, oraya girdik. Mütevazi bir piknik yaptık. Kaplıcasından da yararlananlar oldu. Biraz da köylü pazarından alış veriş yapıp döndük.
Artık Ankara'da vakit geçirelim dedik. Zira damadım Yaşar Uzun'un da haftalık izni bitmişti. Ankara'da bacanağımı, kayın biraderimi, torunumu ziyaret ettim. Oralarda bu tür ziyaretlerin her biri birer gündür. Derken iki haftayı doldurduk. Gelip gördük ki buralarda aynı tas, aynı hamam, aynı hava…