Ahmed b. İdrîs’in etkili açıklama ve cevapları karşısında nihayet tartışmanın karşı tarafı olan Kubeybî’nin söyleyecek sözü kalmıyor, Abdullah b. Sürur imdadına yetişiyor ve elindeki yazılı metni işaret ederek “Bunun arkadaşlarının, tabilerinin neler yaptığı burada yazılı, onları unuttun mu?” deyince Kubeybî devam ediyor, elindeki notlara bakarak İbn İdris’in tabilerinin yaptıklarını iddia ettiği bir takım günahlardan, çirkin davranışlardan söz ediyor. İbn İdrîs oturduğu yerden doğrularak etkili bir konuşma ile bu ithamlara cevap veriyor. Cevabını ‘toptan’ ve ‘detaylı’ diye ikiye ayırıyor.
Toplu cevabında ilgi çekici bir açıklama yapmıştır ki özeti şöyledir: Peygamberimiz’in (s.a.) ashabı (arkadaşları, tabileri) elbette benim ashabımdan üstündür. Ama onlarda da günah ve suç işleyenler olmuş, birçok âyet (günahları, suçları sayıp döken ve yasaklayan ayetler) bu olaylar (esbab) üzerine gelmiştir. Peygamberler dışında hiçbir şahıs günahtan berî değildir. Ayrıca müminler, şunun-bunun suçunu, günahını ve ayıbını araştırıp ortaya çıkarmaktan menedilmiş, aksine ayıpları örtmeleri istenmiştir. Bir Müslüman açıkta suç ve günah işlerse şeriatın biçtiği cezayı görür, gizlide işlerse kimse onu ortaya çıkarmak için uğraşamaz (tecessüs yasaktır). Benim arkadaşlarımı ayıp ve günahlarla suçlayanlar, şeriatın emrettiği delil ve şahitleri getiremezlerse müfteri olurlar ve iftira cezası görmeleri gerekir.
Şeyh’in detaylı cevabı tam da ona yakışır vasıfta oluştur. Bu cevapta Allah’ın isim ve sıfatlarından, bunların her birinin tecellî ve etkilerinden, Allah’ın ezelde kimin ne yapacağını kesin olarak bildiğinden, her şeyin zıddı ile anlaşılıp kıymetinin bilinebileceğinden, bu sebeple, bu âlemde günahın karşısında sevabın, isyanın karşısında itaatin, iyinin karşısında kötünün… bulunmasının tabii olduğundan, yine de müminlerin irşad, uyarma, iyiyi emretme, kötüyü yasaklama vazifelerinin bulunduğundan… söz etmiştir.
K: (Bu son konuşmayı tam olarak anlayamamanın sıkıntısı içinde) bir mesele kaldı; sen ve tabilerin, “Şu şer’î ilimler (zahir ilmi) kabuktur, içi boş resmi sözlerdir, özü yoktur” diyormuşsunuz?
A. Ben seninle ilk defa burada karşılaştım; benim böyle bir şey söylediğimi benden duydun mu veya güvenilir bir kimse bunu benden nakletti mi? Bu durumda, benden işitmediğin bir söze dayanarak hüküm veremezsin.
K. Halk bunları söylüyor.
A. Masum insanlara iftira atılsın diye şeytan, fâsıklara (dini ile amel etmeyenlere) böyle asılsız şeyleri telkin eder.
K. Ahmed, senin arkadaşların bunu açıkça söylüyorlar…
A. (Sözünü keserek) içimizden konuşmayı, manasız sözler söylemeyi bir yana bırakalım. Bize göre bilginin kaynağı Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünnetidir. Allah kitabını Arapça olarak indirdi, vahyin dışında kalan sözler eğer usule uygun, sağlam delaletlere dayalı içtihat ile ondan çıkarılmış ise onu alırız ve uygularız. Bizim içi boş, özden mahrum dediğimiz “sözde dini bilgiler, ifadeler, yazılar” ise Kitab’a, Sünnet’e ve onlardan usulünce çıkarılmış bilgi ve hükümlere aykırı olan, fıkıhçı veya felsefecilerin sırf akıllarına dayanarak ortaya koydukları kısımdır. Bir mümin bunları din edinemez. Ayrıca mezheplere tabi olma konusunda taassup göstermek, mezhep mensuplarının sanki mezhepler ayrı birer din imiş gibi onlara sarılıp birbirlerine sapkın (dalalette) demeleri bizim asla razı olamayacağımız, ümmete yasakladığımız bir davranıştır. Çünkü müminler bir tek ümmettir, hayırlı ve örnek ümmettir, peygamberleri, kitapları, kıbleleri birdir/aynıdır; şu halde bu tefrika bölünüp parçalanma ve taassup, her bir bölüğün kendi mezhebine din gibi sarılması, onu tartışma dışı ve tek doğru olarak görmesi nasıl olur!? Biz burada, Haremeyn’de ve bulunduğumuz her yerde bu yanlış tutuma karşı çıktık. Allah’a hamdolsun, O’nun Kitabında ve açıklaması olan Resulü’nün sünnetinde, dünyada karşılaşacağımız her problemin çözümüne dair ifade veya delalet mevcuttur. Halkı Hakk’a tercih edenler yüzünden başımıza gelenler gözler önündedir…
Kubeybî’nin sepetindeki pamuk tükendi, akşam yaklaştı diyerek ayrılmak istedi, “meşale, mum yakar devam ederiz, başka soruların varsa devam et” dediler, ama o kalkıp gitmekte ısrar etti, böylece celse sona erdi.
Ertesi gün Emîr ibn Mücessil, şeyhi ziyarete geldi, olup bitenden özür beyan etti, Türklerle savaşa gideceğini söyleyerek dua istedi. İbn İdrîs ona “adil olması, istihdam ettiği adamları iyi seçmesi, istişareye önem vermesi ve müsteşarlarının da ilim ve ahlak bakımından ehil olması, “menfaati için ona yaklaşan, hakkı değil, onun hoşuna gidecek olanı söyleyen ve yapan” insanlardan uzak durması… konularında tavsiyelerde bulundu ve “savaşa gideceği bölgede masum insanların ve Hz. Peygamber soyundan gelen Seyyid ve Şeriflerin bulunduğunu, savaşın onlara da zarar vereceğini, bu sebeple vazgeçmesinin daha doğru olacağını” söyledi. Emir veda edip ayrıldı.
Özetlediğim bu tartışmanın metni, ilk kuruluş yılında Muhammed b. Suud Üniversitesi tarafından yayınlanmıştır.
Ahmed b. İdrîs’in hayatı hakkında daha geniş bilgi için benim “İslâmî Hareket Öncüleri II” isimli kitabıma bakılabilir.
Not
Allah Teâlâ bu millete bir daha 15 Temmuz ve benzerlerini yaşatmasın. Şehitler muratlarına erdiler, acılı ailelerine bu teselli olsun. Gazilere bu unvan şeref olarak yeter, ebedî âlemde de bu şerefi taşımak ve ecrini yaşamak nasipleri olsun.