Dünya üzerinde yıllardan beri süregelen algı oluşturma ve düzenleme projelerinin, günümüz koşullarında geliştirilerek ve etkisi artırılarak devam ettiğini bilmeyen yoktur. Özellikle; toplum üzerinde derin izler bırakan olaylarda algıyı sağlıklı yönetmek adına birtakım girişimler yapıldığı da bir gerçektir. Ancak bugün sizlere; toplum algısını doğru ve sağlıklı yönlendirmek adına yapılan girişimlerden ziyade toplum üzerinde farklı açılardan ahlaki panik yaratan bir algı kavramından bahsedeceğim. Bu kavramın adı 1970’li yıllara dayansa da varlığı günümüzde de hissedilmektedir. Peki, nedir bu ahlaki panik kavramı?
Ahlaki Panik, toplumun mücadele ettiği bir sorunu sosyal medya gibi mecraların abartarak halk ile paylaşması ve bundan kaynaklı toplumun yüksek şiddetli endişe duygusuyla tanışmasıdır. Uyuşturucu faaliyetleri, silahlı eylemler, kapkaç olayları, alışveriş baskınları, toplu intihar eylemleri ve deprem söylentileri gibi birçok durum Türkiye bünyesinde görülen ahlaki panik örnekleridir. Şimdi; son zamanlarda da gündemi sarsıcı etkisiyle meşgul eden Düzce merkezli depremi baz alarak deprem söylentilerinin ahlaki panik açısından değerini izah etmeye çalışacağım.
Hepimizin bildiği üzere Düzce’nin Gölyaka ilçesinde 5.9 şiddetinde bir deprem meydana geldi geçtiğimiz günlerde. Bu doğal afet Düzce ile birlikte birçok şehirde de hissedildi. Bu üzücü afetin ilk paylaşımları da Twitter, Instagram ve Facebook gibi sosyal meyda platformlarından yapıldı. Bu paylaşımlar fotoğraf ve videolarla desteklenerek insanların bakış açılarına sunuldu. Gelgelelim ki; ilk korku atlatıldıktan sonra paylaşımların seyri değişerek uzun zamandır bahsedilen ve sıklıkla her depremde -mevzu bahis kendisi olmamasına rağmen- gündemi meşgul eden olası İstanbul depremi içerikli paylaşımlar sahneyi ele geçirdi. Sosyal medyanın sürü psikolojisini oldukça etkili şekilde kullandığı paylaşımlarda, henüz yeni yaşanmış olan Düzce depremi önemini kaybederek tüm sanal dünyanın klavyenin başında olası büyük İstanbul depremine yöneldiği görüldü. İşte, bu bir kanlı canlı ahlaki panik örneğidir. Uzun yıllardır söylentisi yapılan, her depremde sıklıkla gündeme getirilen ve insanların unutmasına izin verilmeyen bu sistemleşmenin hedefi toplumda ahlaki panik oluşturmaktır. Çünkü hala aramızda toplumu yönlendirmenin ancak ve ancak şiddetli bir korkuyla mümkün olduğunu düşünenler bulunmaktadır. Bu noktada; toplumun algısını korumaya ihtiyacı olduğunu söylemeden geçmek istemiyorum. Özellikle genç bireylerin daha çok sosyal medya kullandığını varsayarsak; klavye başında olası bir travmayı (Beklenen İstanbul Depremi’ni) süslü sözcüklerle mübalağa etmekten kaçınmaları gerektiğini vurgulamakta sakınca görmüyorum. Çünkü Düzce’de yaşanan ve konumu itibariyle İstanbulda dahi çok şiddetli hissedilen 5.9 şiddetindeki depremden sonra insanların sıkça sarf ettiği cümle şu oldu: “ Düzce’de yaşanılan deprem böyleyse ben İstanbul’da olacak depremin yıkıcı etkisini düşünmek bile istemiyorum!”
Bu cümlenin ifade ettiği korkuyu hissetmek için okumak bile yeterlilik sunarken insanların sıklıkla birbirlerine bunu aktardıklarını bilmek ahlaki paniğin gözle görülür etkisini yansıtmaktadır. Bu bağlamda vurgulama ihtiyacı duyduğum ilk durum; bir şey henüz gerçekleşmeden onun gerçekleşme ihtimalini bu kadar çok dillendirmenin toplumda stres, kaygı, korku ve daha nice olumsuz duygunun yer edinmesine sebep olduğu gerçeğidir. Deprem gibi gelişi de gidişi de müdahale edilemez bir afetin, gerçekliğine kavuşmadan toplumu meşgul etmesi kısa vadede bilinçli uyanıklık sağlasa da uzun vadede stres, korku ve kaygı oluşturmaktadır. Bu stresi, kaygıyı ve korkuyu paylaşmak isteyen bireyler en ulaşılabilir yolu seçerek sosyal medyada kendi kelimeleriyle ahlaki panik dalgasını genişletmektedirler. Dolayısıyla ahlaki panik hem bir sebep hem de bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Demek istediğim; insanları bir korku fanusuna koyarak onlardan yaşamalarını beklemek ahlaki paniğe yakalanmış bir toplumu ifade etmek için biçilmiş kaftandır. Bu yüzden; toplumdaki ahlaki panik kontrol edilerek sağlıklı algısal düzenlemelerle iyileştirilmelidir. Endişeli yürekler, stresli bakışlar ve korku dolu zihinler toplumda önce yorgunluk sonra da geri dönülemez davranışlara sebep olabilmektedir. Bunun için her zaman deprem bilinci taşımalı ama bu bilinci ahlaki panik gibi kışkırtıcı kavramlara kurban etmemeliyiz. Sözlerimden bir ihtimal dahi olsa depremi ciddiyetsiz bırakmak gibi anlamlar çıkmaması adına tekrarlamam gerekirse; her zaman deprem bilinci taşımalı, uzmanlara kulak vermeli ancak kişisel algımızı abartılmış söylentilerden korumalıyız. Sağlıklı bir toplum olarak kalmayı başarmak, algılarımızın el değmemiş olmasından değil; çarpıtılmış ve amacından saptırılmış fikirlere kapalı olmasından geçmektedir. Kısacası; tedirginlik hissini bir bebek gibi kucağında büyüten bir toplumda ahlaki panikler depremle sınırlı kalmasa da deprem üzerinden bu konuya dikkat çekmenin doğru bir zamanlamaya denk geldiğini düşündüğüm için bu haftaki yazıda bu kavramı işleyerek sizin görüşlerinize sunmak istedim. Lütfen, toplum sağlığını gözeterek sosyal medya kullanmaya ve bilinçli basın takibi yapmaya dikkat edelim.