Hacı Bayram-ı Veli’nin hayatı:
Hacı Bayram Camii Tekke’sinde her gün sabah ve yatsıdan sonra zikir meclisleri kuruluyor, öğle namazından önce ve sonra, başta müritleri olmak üzere halka tefsir, fıkıh, hadis, kelam hatta felsefi ağırlıklı tefsir dersleri de veriyordu.
Onun güzel adetlerinden biri de tekkesinde sürekli kazan kaynatılmasıdır. Bu kazanda her gece ve gündüz burçak çorbası kaynar, gelen geçen fakir zengin, küçük büyük, kadın erkek herkes içerdi.
Ramazan ayında ve diğer zamanlarda elinde asasıyla Ankara esnafını dolaşır, zekat vermek isteyenlerin zekatların alıp biriktirir; onları şehrin fakirlerine, medrese öğrencilerine, dul ve yetimlerine, yolda kalmış insanlara dağıtırdı. Onun huyunu ve karakterini bilenler, hiç tereddüt etmeden zekatların ona teslim ederlerdi.
İşte böyle bir dönemde Osmancık’ta müderris iken Hacı Bayram Veli’nin ününü duymuş olan Akşemseddin hazretleri, Ankara’ya gelmiş ve Hacı bayram Veli’nin dükkan dükkan dolaşıp halktan para topladığını görmüş. Bunun fakir fukaraya dağıtılmak üzere toplandığını önce fark edememiş. Bir şeyh elinde asasıyla kapı kapı dilenir mi, diyerek Hacı Bayram Veli’ye gidip intisap etmemiş. Oradan yönünü güneye çevirmiş, Zeynüddin Hafi Hazretlerine öğrencisi olmak üzere Halep’e doğru yola çıkmıştır. Halep’e yaklaştığı sırada bir rüya görür. Rüyasında boynunda bir zincir takılı olduğunu ve bu zincirin bir ucunun Hacı Bayram-ı Veli’nin elinde bulunduğunu görür. Bunun üzerine yola devam etmekten vazgeçerek geri döner. Ankara’ya vardığında Hacı Bayram, yine burçak tarlasındadır. Tarlada bambaşka bir coşku var. İlahiler, kasideler okunuyor. Dervişler şevke geliyor, coştukça coşuyorlar. Harman yerini devran yerine döndürmüşlerdir. Bu ortamda Hacı Bayram-ı Veli, dervişleri ve köylülerle birlikte burçak imecesi yapmaktadır. Öğle vakti geldiğinde namazlar kılınır, sofralar kurulur. Yoğurt ve buğday aşı getirilir. Şeyh Efendi, herkese bizzat dağıtır, bir miktar da köpeklere verir. Bu ortamda ona özel bir ilgi göstermez. Akşemseddin Hazretleri, bakar ki kendisini sofraya davet eden yok, o da kıtmirin sofrasına oturur. Nefsini ve gururunu yendiğini gören Hacı Bayram-ı Veli, onu da sofrasına çağırır. “Gel beri Köse, yaktın beni” der. Sofrada yemeğe başladıkları sıra “Zincirle gelen konuğu ancak böyle ağırlarlar” diye latifede bulunur. Hatasını anlayan Akşemseddin, o ziyaret esnasında Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmiştir. O tarihten itibaren değerli talebesi ve daha sonra halifesi olacak olan Akşemseddin hazretlerini yanından hiç ayırmamıştır.
Somuncu Baba’nın vefatından sonra etrafında derviş grupları artmaya başlamıştır. Bundan endişe duyan saray erkanı, onu Edirne’ye davet etmiştir.
Hacı Bayram-ı Veli, öğrencisi Akşemseddin’i de yanına alarak Edirne yolculuğuna çıkar. Yolda Gelibolu’ya uğrar. Orada Yazıcıoğlu Ahmet ve Muhammed kardeşlerle görüşür ve onları da tasavvufi yola sokar. Sonra yola devam ederler. Edirne’ye vardıklarında Hacı Bayram-ı Veli ile görüşen II. Murat, onun hakkında söylenenlerin iftira olduğunu anlamış ve kendisinden özür dilemiştir. Hacı Bayram-ı Veli’nin Ehli Sünnet üzere yürüyen bir derviş olduğunu yakınen görmüştür. O da orada iki ay kadar kalmıştır. Şeyh hazretlerinin Edirne ziyaretinin üç kez gerçekleştiği nakledilir. Bir gidişinde Uzunköprü’nün temel atma töreninde duada bulunur.
Padişah ve saray erkanı iltifatlarda bulunmasına rağmen Hacı bayram-ı Veli, bazı vezirlerin kendisine düşmanlık beslediklerini farkındadır. Mesela Sultanın bir veziri, onu zehirlemek niyetindedir. Hacı Bayram-ı Veli’ye dost gibi yaklaşarak zehirli bir şerbet sunar. O da “Biz içelim, zararı başkasına olsun” diyerek şerbeti içer. O anda vezir düşüp ölür ama Şeyh Efendi’ye bir şey olmaz.