Ülkeler ve milletler, normal hayatlarına devam ediyor. Esnaf, dükkanında, sanayici fabrikasında, tüccar mağazasında, memur işyerinde işlerinin başındalar. Biz emekliler de sosyal ve kültürel etkinliklerin peşindeyiz. Bazen sempozyumlarda tebliğ bile sunuyorum.
19 Ocak 2020'de torunum Elif'in Ankara'daki nişanına katılmıştım. Ama uluslararası ajanslarda bir pandemi (salgın hastalık) haberleri dolaşmaya başladı. Türkiye'de Vuhan'da baş gösteren bu salgın hastalıkla ilgili olarak bir dizi tedbire hazırlanıyordu. 10 Ocak 2020'de Koronavirüs Bilim Kurulu'nu oluşturmaya karar verdi. 24 Ocak'ta havaalanlarına termal kamaralar kuruldu. Tedbir olarak 31 Ocak'ta 34 Türk vatandaşını Vuhan'dan almak için uçak gönderdi. Ardından Çin'den gelen tüm uçuşlar duruldu. İran sınırı kapatıldı.
O günlerde damadım Yaşar Uzun, 14 Şubat tarihinde Şehir Hastanesi'nde ameliyat oldu. Ama o arada ben de Atıf Hoca Sempozyumu'nda tebliğ sunabilmek için Çorum'a dönmüştüm. 
Henüz Türkiye'de yasaklar başlamamıştı. Onun için torunum Elif'in düğününü de Nisan ayında yapmayı planlıyorduk. Hatta nikah için 4 Nisan 2020 tarihine gün almışlar, Altındağ Belediye Salonu'nda yer ayırmışlar. Ancak, salgın hastalık, bütün ülkeleri tehdit etmeye başladı. Eğitimi, ticareti, seyahati ve sosyal hayatı diri tutma çabasında olan devlet, ikilemde kaldı. Diğer ülkeler de panikteydi. Ama vakit geçirilecek, oyalanılacak gibi değildi.
Mart ayına girdiğimizde Coronovirüs, bütün dünyayı etkisi altına aldı. Bütün ülkelerde tedbirler sıralanmaya başladı.
16 Mart'ta ilkokul, ortaokul, lise ve üniversitede eğitim ve öğretime ara verileceği ilan edildi. Derslerin EBA TV, internet ve TRT'de televizyonla verileceği duyuruldu. Bunun ne kadar verimli olacağını tartışmaya bile gerek görülemedi. Sosyal ve kültürel etkinlikler de ertelendi. Bu bağlamda 12 Nisan tarihinde Çorum'da Hitit Üniversitesi tarafından 12 Nisan tarihinde düzenlenecek olan Elvan Çelebi Sempozyumu da ertelenmiş oldu. Ben de orada bir tebliğ sunacaktım.
Spor müsabakalarının önce seyircisiz oynanmasına, ardından da süresiz ertelenmesine karar verildi. Kamu çalışanlarının yurt dışına çıkışları özel izne tabi tutuldu. Meclisi ziyaret etmek yasaklandı. Avrupa ülkelerine uçuşlar durduruldu. Sınır kapıları tamamen kapatıldı. Umreden dönenlere bile devlet yurtlarında karantina uygulandı.
Camilerde cemaatle namaz yasaklandı. Ezan ve sala serbest ama camiye gelenler ferdi namaz kılabildiler. Cuma namazları bile bir ay kadar yasaklandı. Ondan sonra da herkes kendi seccadesini getirmek ve sosyal mesafeye uymak şartıyla kısmen serbest edildi. Dolayısıyla 600 kişinin rahat namaz kılabildiği camide ancak 200 kişi namaz kılabildi. Hoca Efendi, namaza başlamadan önce cemaate döner, "Safları sık tutalım. Aramıza şeytan girmesin" derdi. Bu pandemi sürecinde "Sosyal mesafeye dikkat edelim. Virüs bulaşmasın" demek zorunda kaldı.
Bu yasakların boyutu o kadar uzadı ki Kabe'nin etrafında tavaf yapılamaz hale geldi. İlk defa bu sene Hacca gidiş yasaklandı. Sırası gelip de bu sene gidecek olanları bu haber çok üzdü. Ama gelecek yılın nasıl olacağı da belirsiz.
Bu yasaklar, sadece İslam dünyasını değil Hıristiyan dünyasını da etkiledi. Vatikan'da Papa, tarihte ilk defa Saint Pier meydanında tek başına ayin yaptı. Kiliseler, havralar, Budist mabedleri de yasaktan payını aldı.
Aslında biz Müslümanlar, salgın hastalık karşısında ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Peygamber Efendimiz (sav) ümmetini uyarıyor: "Bir yerde veba (salgın hastalık) çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz. Hastalık çıktığı sırada orada iseniz, oradan da ayrılmayınız." İşte bu uyarı, karantinanın temel unsurudur.
Suriye bölgesi Ordu Kumandanı Ebu Ubeyde b. Cerrah, Şam'a doğru ilerliyordu. Yolda Hz. Ömer ile karşılaştığında O'na Şam'da Veba (salgın hastalık) çıktığını haber vermiş. Hz. Ömer, derhal geri dönmüştü. Ebu Ubeyde, Hz. Ömer'e "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" deyince O'na çok anlamlı bir cevap vermişti: "Allah'ın kaderinden yine O'nun kaderine sığınıyorum."
Kader ve tevekkül inancımız da olmasa bu yasaklar, bize çok ağır gelirdi. Vakit namazı, Cuma namazı derken Ramazan ayı geldi, teravih yasak, bayram yasak. Hele de benim gibi 65 yaşını aşmışsanız ekmek almaya çıkmak bile yasak.
Bayramda kimse kimseye gidemedi. Hepimiz kimsesi olamayıp da pencereden gelip geçenleri seyredenlere döndük. Yurt dışındaki akrabalarla, askerdeki evlatlarla bayramlaşır gibi telefonla bayramlaştık. Hazırlanan baklavalar, börekler sofraya geldi geldi gitti. Gelip de yiyen olmadı. Çoğu da kuşlara ve karıncalara nasip oldu.
Görünmeyen gizli ve sinsi düşman, tüm insanları sindirdi. Kimse başını uzatamıyordu. Hatta burnunu gösteremiyordu. O bile sakıncalıydı ve suçtu.
Biz, bunlardan dertleniyorduk. Ama bazılarının da derdi başkaydı. Zira sinemalar, kafeler, spor salonları, barlar, pavyonlar, diskotekler, gece kulüpleri de kapatılmıştı. Düğün salonları da kapatılarak sadece nikah memurunun odasında nikah kıyılmasına izin verilmişti. Yani pandemi süreci, hayatın akışına acı bir fren oldu.