Söz dilinin sustuğu ve amel dilinin konuştuğu nasihat, daha etkili ve kalıcıdır. Yeni ilmî şeyleri öğrenmek, kalbin yorgunluğunu ve rahatsızlığını giderir çünkü kalpler de vücut gibi yorulur. Sözünde duramayacağın bir yerde söz verme ve kefaletine vefa edemeyeceğin yerlerde de kefil olma.   
Sıffîn savaşında, Hz Alinin, kumandanı Mâlik el-Eşter vasıtasıyla karşı tarafa son ve öldürücü darbeyi indirmek üzere iken, ümidini tamamen kaybeden Muaviye'nin imdadına Amr b. As yetişerek iki taraf arasındaki ihtilâfın halledilmesi için Allah'ın kitabının hakemliğine başvurulması tavsiyesinde bulunur. Bunun üzerine Muaviye büyük Şam Mushaf'ını beş mızrağın ucuna bağlatarak taşıtır. Askerleri de yanlarında bulunan Mushafları mızraklarının ucuna bağlayarak, "Ey Iraklılar! Savaşı bırakalım; Allah'ın kitabı aramızda hakem olsun" diye bağırırlar. Bu hareket Hz Ali'nin ordusundaki samimi ve ihlaslı sahabeler üzerinde Amr 'ın beklediği tesiri gösterir. Hz Ali'nin bunun bir hile olduğu hususundaki ikazlarına rağmen ordusuna söz dinletemez ve ashaptan birçoğunun ısrarıyla hakem kararına başvurulması teklifini kabule mecbur kalır. Hz. Ali Ebû Mûsâ el-Eş 'Ari'yi, Muaviye de Amr b. As'ı hakem tayin ederler. Taraflar Sıffîn 'de, hakemlerin Allah'ın kitabı, gerektiğinde de Rasûlullah'ın sünneti ile hükmedecekleri şartıyla anlaşırlar. (17 Safer 37 / 4 Ağustos 657).
Bu teklif, savaştan yorulmuş, aynı zamanda da aynı inanç değerlerine sahip olan kardeşlerine karşı kılıç çekmekte tereddüt eden Hz. Ali'nin ordusundaki askerlerini birbirine düşürür. Büyük bir kısmı savaşın derhal durdurulmasını isterler. Hz. Ali onlara bunun bir savaş hilesi ve oyunu olduğunu, birliklerini bozmak amacıyla bu işe girişildiğini söyleyerek savaşa devam etmelerini istese de başarılı olamaz ve savaşı durdurarak hakem olayına razı olmak zorunda kalır. Buna göre iki tarafı temsil etmek üzere seçilecek iki hakem halifelik meselesini Kur'an'ın hükmüne uygun olarak çözecekti. Muaviye taraftarları hakem olarak Amr b. As'ı seçerler. Hz. Ali ise bunun için Abdullah b. Abbas'ı veya Mâlik b. Hâris el-Eşter'i düşünüyordu. Ancak başta Eş'as b. Kays olmak üzere onu tahkimi kabule zorlayanlar bu defa da Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den başkasının hakemliğini kabul etmemekte direnirler. Hz. Ali bu isteklerini de kabul eder. Ardından iki taraf arasında hakemlerin uyacağı kuralların belirlendiği metin (tahkimnâme) hazırlanır. İki tarafın verilecek hükme uymayı taahhüt ettiği metne göre bir araya gelecek iki hakem halifelik meselesini Kur'an'a, Kur'an'da bir hüküm bulamazlarsa sünnete başvurarak âdilâne bir şekilde çözeceklerdi. 
Bu sırada Hz. Ali'nin ordusunda yeni bir bölünme ortaya çıkar. Eş'as b. Kays tahkim nameyi okurken Temîmliler'den bazıları "lâ hükme illallah" sözüyle halifelik meselesinin iki hakemin takdirine bırakılmasına itiraz ederler. Çoğu Temim kabilesinden yaklaşık 12.000 asker Hz Alinin ordusundan ayrılırlar. Gerekçeleri ise Hz. Ali'nin hakem olayına razı olmasından dolayı günah işlediğini, hatasından tövbe etmesini ve Kur'an-ı Kerîm'in "Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah'ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever. (Hucurât 9) buyruğuna uyarak isyancılarla Allah'ın emrine itaat edinceye kadar savaşmasını isterler. Hz. Ali de Allah'ın bu emrini işin başında kendilerine hatırlattığını kendisini dinlemediklerini, şimdi ise karşı tarafla bir anlaşmaya gidildiğini, dolayısıyla Kur'an'ın; "Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah'ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir" (Nahl 91) hükmüne göre bu anlaşmayı bozamayacağını bildirir. Bunun üzerine, çoğunluğu Temîm kabilesine mensup yaklaşık 12.000 civarındaki asker ordudan ayrılarak Kûfe yakınındaki Harûrâ'ya çekilirler. Hz Ali Harûrâ'ya giderek onları ikna etmeye çalışır, 6000 kişilik bir grubu ikna eder ve kendisiyle beraber Kûfe'ye geri dönerler. Geride kalan ve daha sonra Hâricîler diye anılacak olan 6000 kişi civarındaki bir kuvvet ise Nehrevan'a giderler. Hakemler ilk toplantılarını Ramazan 37 (Şubat 658) tarihinde Suriye-Irak yolu üzerindeki Dûmetülcendel'de yaparlar ve Hz. Osman'ın icraatının, katlini gerektirecek bir gayri meşruluk taşımadığı, dolayısıyla haksız yere öldürüldüğüne dair ilk kararlarını alırlar. Hz. Ali kuvvetlerini toplayarak yeniden Muâviye ile savaşmaya hazırlanırken Hâricîler'in ashaptan Abdullah b. Habbâb ve hamile karısını sırf kendi görüşlerini paylaşmadığı için hunharca katletmeleri üzerine, Hâricî meselesini hallettikten sonra Şam'a yürümeye karar verir. Nehrevan'daki Hâricîler Hz. Ali'nin kendilerine yaptığı teklifleri reddederek savaşı başlatırlar. (H38 /M658) tarihinde vuku bulan şiddetli çarpışmalarda Hâricîler'in tamamına yakını hayatlarını kaybederler. Hz. Ali bu savaştan sonra Şamlılar'a karşı harekete geçmek üzere Nuhayle'de konaklar. Kûfe'de kalan ve ehl-i Nuhayle denilen yaklaşık 2000 kişilik bir Hâricî topluluğuyla konuşarak onlardan ya kendisine iltihak edip Şamlılar üzerine yürümelerini veya geri dönmelerini istediyse de Hâricîler kendisini küfürle itham ederek bu isteğini geri çevirirler. Yapılan savaşta birçoğu öldürülür, geri kalanları da Mekke'ye kaçarlar. Bütün bu hadiseler üzerine bıkkınlık ve yılgınlığa düşen askerleri artık savaşmak istemediklerini söyleyince, halife Kûfe 'ye dönmek ve Muaviye'ye karşı faaliyetlerini durdurmak zorunda kalır.
Hakemler Dûmetülcendel'deki ilk toplantılarından sonra Ezruh'ta bir araya geldiklerinde, Hz Ali ve Muaviye'yi azlederek halifenin bir şûra tarafından seçilmesi kararına varmışlardı. Bu karar önce Hz. Ali'nin hakemi Ebû Mûsâ tarafından açıklanır. Söz sırası Muâviye'nin hakemi Amr b. As'a gelince o hilâfet makamına Muaviye'yi tayin ettiğini bildirir. Ebû Mûsâ'nın bunun bir hile olduğunu söyleyerek karara karşı çıkmasına rağmen durum değişmemiş ve neticede hakem olayı hilâfet meselesini bir çıkmaza götürmüş, İslâm dünyasını da birtakım siyasî ve içtimaî huzursuzluklara sürüklemiştir… 
Cenabı Mevla ne verirse hakkımız da hayırlısını versin ve bizleri dünya ve ahiretimizi karartacak yanlışlar yapmaktan korusun.