İmam-ı Rabbânî aşağıda özetleyeceğim mektubunda (C.I, 259. Mektup) önemli bir kelam meselesini ele alıyor, iki büyük kelam mezhebi olan Mâtürîdîlik ve Eş’arîliğin bu konudaki görüşünü tenkit ediyor ve kendisi bir görüş ileri sürüyor.
Bu mektubun bana göre önemi, Ehl-i sünnet kavramını bir tabu haline getiren ve Ehl-i sünnet mütefekkir ve müctehidlerinin açıklamaları üzerine ehliyetli kişilerin söz söylemesini “Ehl-i sünnet mezhebinden çıkma ve sapıtma” olarak değerlendiren kimselere bir uyarı olmasıdır. Genel olarak Ehl-i sünneti benimsemek bence de sahih İslam anlayışı için en salim yoldur, ancak Gazzalî, Bakıllânî, Râzî, İsferâyînî, Elmalılı gibi yeterli ilim sahiplerinin bazı konularda yine Ehl-i sünnetin usulünü kullanarak farklı açıklamalar yapmalarına bir mani yoktur.
Mektubun konusu, sahih imanın (itikadın) temel maddelerinden biri olan “Allah’a iman” konusunda aklın yeterli olup olmadığı, akıl yeterli değilse kendilerine peygamber gönderilmemiş ve sahih itikad kendilerine vahyile açıklanmamış olan insanların sorumlu tutulmalarının akla ve nakle uygun olup olmadığı ile alakalıdır. Mektubu özetleyelim:
Allah Teâlâ’nın peygamberler göndererek sahih dini açıklaması, şükrünü eda etmenin neredeyse imkansız olduğu büyük bir nimettir. Peygamberlerin açıklamalarından mahrum olan kadim Yunan filozofları zeki olmalarına rağmen Allah’ın varlığı inancına ulaşamadılar, varlıkları yaratan zamandır (dehr) dediler, daha sonrakiler ise peygamberlerin tebliğlerinden bazı kırıntılara ulaştıkları için Allah’ın varlık ve birliği düşünce ve inancına ulaştılar. Şu halde vahiy olmadıkça bizim bu konularda yetersiz olan aklımız ile sahih itikada kavuşmamız mümkün değildir.
Bizim Mâtürîdîlere şaşıyorum: Allah’ın varlık ve birliği inancına ulaşmak için tek başına aklın yeterli olduğunu söylüyor, buna dayalı olarak da medeniyetten uzak yerlerde (dağ başlarında) yaşamış ve puta tapmış olanların kâfir olduklarını, ebediyyen cehennemde yanacaklarını ifade ediyorlar! Bizim anladığımız ise “Peygamberler gelip sahih itikadı açıklamadıkça insanların sorumlu olmayacakları ve ebedi olarak cehenneme atılmayacakları” şeklindedir.
Şöyle bir itiraz akla gelir: Peygamber tebliğinden mahrum olup bu yüzden puta tapmış kimseler cehenneme girmeyeceklerse cennete girecekler demektir. Halbuki Allah’a şirk koşanların cennete giremeyecekleri Kur’an’da açıklanmıştır. Cennetle cehennem arasında bulunan A’râftakiler de bir süre sonra cennete gireceklerdir, yani A’râf’ta ebedî kalmak yoktur. Eş’arî mezhebine göre de bunların cennete girmeleri gerekiyor ki, âyetler buna manidir.
Evet bu itiraz veya sual oğlum ve başkaları tarafından da bana defalarca soruldu, üzerinde çok düşündüm. Muhyiddîn İbn Arabî, “Bunlara ahirette peygamber gönderilir, orada tebliğ yapılır, kabul edip etmemelerine göre muamele edilir” diyor, ama bu cevabı da isabetli bulmuyorum; çünkü ahiret teklif (tebliğ edip yükümlü kılma) yeri değildir, orası dünya hayatında yapılanların karşılığının görüldüğü yerdir.
Benim sonunda ulaştığım görüş ve cevap şudur: Bu insanlar, dünyada iken yaptıkları kötülüklerin ve çiğnedikleri kul haklarının karşılığını ceza ile ödedikten sonra insan dışı canlılar gibi yok edileceklerdir.
Mektubun özeti budur. İmam-ı Rabbânî’nın de ulaştığı sonuca katılıp katılmamak caizdir; önemli olan bu yetkin alim ve sûfînin büyük mezheb imamlarını tenkit edebilmesi ve onların bazı görüşlerine katılmamasıdır.