İktisadî hayat, ilk insanın mevcudiyetinden beri devam edip gelmektedir. Eski çağlarda birçok yazarlar, iktisadi konularla yakından veya uzaktan meşgul olmuşlardır. Bunlar daha çok tarih, felsefe veya hukuk konulan arasında bunlara temas etmişlerdir. Fakat iktisadi konulara müstakil ilim diyebileceğimiz şekilde daha çok 18. asır ortalarında eğilinmeye başlanmış 19. asır ortalarında ise müstakil ilim halini almış ve 20. asırda da ideolojiler buyruğunda ilerlemeye devam etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında prensipleri konularak tatbik edilmiş ve tatbikatla tekâmül etmiş, ondört asırdan beri milyonlarca insanın iktisadî dâvalarını halletmiş; bugün ise İslam toplumumda örf ve âdetler halindeki yaşantılara münhasır kalmış olan müstakil bir islâm iktisâdı mevcut olmasına rağmen 20. yüzyılda iktisat genellikle üç kısımda mütalâa edilmiştir:
1- Kapitalist  iktisat,
2- Marksist  iktisat,
3- Güdümlü  (Karma) İktisat.
Bu biçim bir taksimatla İslâm iktisadının mukayesesini sonraya bırakarak konumuzu inceleyelim.
İktisat tarihi boyunca iktisadın birçok tarifleri yapılmıştır:
İktisat İlmi: "Cemiyet hâdiselerini, insanların ihtiyaçlarını tatmin zaviyesinden inceleyen ve bu hâdiseler arasındaki münâsebet ve karşılıklı tesirleri araştıran bir ilimdir."
İktisat; "İstihsal, tedavül, inkısâm ve istihlâke dair hâdiselerden ve bunlardan doğan içtimaî kaidelerden bahseden ilimdir." 
İktisat kelimesinin sözlük anlamına da uyan bir tarifi Kur'an-ı Kerîm'de buluyoruz: "O, mü'minler ki: harcadıkları vakit israfa da, cimriliğe de sapmazlar; harcamaları, bu ikisi arasında ortalama olur." Bu âyetten ve İslâmın prensiplerinden yararlanarak yeni bir tarif yapmak da mümkündür. Fakat konuyu uzatmamak için İslâm iktisadının prensiplerini maddeler halinde görmeye başlayalım:
1- Ferd ve toplum dengesi: İslâm'da ferd meşrû kazançlarıyla tam bir hürriyet içerisinde yaşar. Ama bu meşru kazançlarını yine meşru yerlere harcamakla yükümlüdür. Bu arada diğer din kardeşlerini düşünmesi de gereklidir. "Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir" hadîsinin ışığı altında hareket etmek zorundadır. İşte bu noktada en güzel sosyal dayanışma kendini gösterir. Böylece "Ferd toplum için, toplum da ferd için" sloganı ortaya çıkar. Hiç bir zaman hayalden öte geçmeyecek olan "Fert yok, toplum var" sloganına taraftar değildir.
2- Lüks ve israf yasağı: "Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz" âyet-i kerîmesi sadece kuru kuruya bir tavsiye değil, dünya  ekonomisinde  eşine  rastlanmayan  bir prensiptir.  İktisât ilmi  içerisinde  yeni  yerini  alabilen   "iktisadî  kalkınma  için   lüks  ve  orantısız  harcamalardan   kaçınma gerektiği"  prensibi, en  güzel şekli ile 1400 sene evvel İslamın konulmuştu.  İşte bu prensibin tatbiki sonunda sosyal adalet gerçekleştirilebilir.
3- Mal biriktirip cimrilik etme yasağı:  "Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar (yok mu?) İşte bunları pek acıklı azap ile korkut." Bu açık ifadeyle yetinmeyip yeniden açıklamaya girişmek yersiz olur. Şunu  söyleyelim  ki, bu hükümler, kapitalizme inen on büyük darbedir.
4- Faiz yasağı ve faizsizlik prensibi: Yoksulu, fakiri zengin etmek veya hiç olmazsa yoksul halden kurtarmak, darda kalana yardımda bulunmak ve yatırımların artmasını sağlamak için faizli kredi değil, faizsiz kredi gerekir. Faiz, sadece kapitalizm dünyasının zaruretidir. Çünkü kapitalizmin faizsiz ayakta durması imkânsızdır. Kapitalizmde hem ticaret, hem faiz helâldir. Sosyalizmde ise, hem ticaret, hem faiz yasaktır. İslâm ise, ayrı bir iktisat sistemine sahip olarak ticareti helâl, faizi haram kılmıştır.
5- Miras hakkı: Üretimi artırmanın ve huzuru sağlamanın bir yolu olan miras hakkı fertlerden kaldırılınca doğacak tehlikeler kolayca anlaşılabilir. Bu durum  karşısında İslâm, fertlere miras hakkını tanır ve esaslarını gösterir.
6- Çalışıp karşılık almak: Meşru olan her çeşit çalışma, İslam'a göre caizdir. "İnsan için ancak emeğinin karşılığı vardır." Onun için İslam, paranın emeksiz para kazanması demek olan faize karşıdır. Onun için İslâm, emek ve haklılık unsurları taşıyan ticareti helâl saymıştır. Bu prensibe göre herkesin hayatını devam ettirebilmesi için çalışması gerekmektedir. Onun için işsizlere iş bulmak ve çalışıp karşılık almasını sağlamak sorumluların görevidir.
7- Üretim ve pazarlamada rekabet: Üretimin üç elemanı olan (toprak-sermaye-iş) hürriyeti ferde verilirken bu elemanlardan herhangi birisi ile üretim yap-makta ve ürettiklerini serbest piyasada satmakta fazilet ve hizmet yarışı  şeklindeki rekabete İslâm  kapılarını açmıştır. Ama bu rekabet, kapitalizmdeki kadar sınırsız değildir. Hiç bir kimse İslâm'ın bu prensibine dayanarak ra-kiplerini iflâsa sürükleyecek bir rekabet anlayışına saplanamaz. Zira müslüman nıüslümana zarar veremez.
8- Umumî Kaynakların Devletleştirilmesi: Kapitalizm ve hattâ marksizmden, bu yönü ile de ayrılır. Prof. Dr. Seyyid Kutup, bu konuda şu bilgiyi veriyor:
"Hadîs-i şerifte, su, mer'a ve ateş gibi ihtiyaçlar umumun malı olarak ilân edilmiş, hususî mülkiyet sınırları içine sokulmamıştır. Mâlikîler, yerde bulunan hazineleri de bu kıyasın içine dahil etmişlerdir. Mâlikîlerin en mârûf fetvasına göre: Maden, kömür, petrol merkezleri, hususî şahısların malı olabilecek gelir kaynakları grubundan değildir. Çünkü bütün bunlar, müslümanların müşterek malıdır.
"Şüphe yoktur ki, bu kaynakları umumî mülkiyetten çıkarmakla cemiyetin iktisadî dengesi bozulacaktır. Zira bu gelir kaynakları, özellikle günümüzdeki umumi gelir kaynaklarının büyük bir kısmını teşkil eder. Kapitalist sistemde bu servetler, ya şirketlerin veya şahısların elindedir. Bunun için cemiyet kötülüklere dûçâr oluyor; bu kötülükler mahallinde de kalmayarak milletlerarası sömürge-cilik oyunlarına da birinci derecede müessir oluyor." Marksizden ayrılan yönü de şudur: Marksizmde bütün üretim ve tüketim vasıta ve kaynakları devletindir. İslâm'da ise bazı üretim kaynakları devletindir.
9- Zekat prensibi:  Prof. Dr. Selâhattin Tuncer, zekâtı İslâmî vergilerden saymaktadır. Dr. Salih Tuğ da doktora tezinde bu fikri genişçe ele almakla ve ispat etmekledir.  Zekât, dînen zengin sayılanlardan alınır. Bu, başlı başına bir konudur. Ancak şunu belirtelim ki zekât, "Zenginin malında fakirin hakkı vardır." âyetinin bir gereğidir. Bunun için  Mr. Daniel diyor ki:  "Halı toplumları, zenginlerin malında fakirin hakkı olduğunu ancak 17. asır başlarında İngiltere Kraliçesinin 1601 sayılı (Fakirler Kanunu) ismiyle çıkarmış olduğu kanunla tanıdı. Sonra bunu Amerika ve diğer Avrupa ülkeleri takip etti."
10- Madde ve mâna dengesi: Hz. Peygamberin, "Hiç ölmeyecek gibi dünya için çalış, yarın ölecek gibi âhiret için hazırlan" buyurması bu prensibin en güzel ifa-desidir. Birinci şıkkı ile teknik ilerleme ve kalkınma, ikinci şıkkı ile de toplum düzeni ve huzur sağlanır. Bu prensip, kapitalizmi de, komünizmi de kökünden kaldıracak yeni bir ahengin ölmez temelidir.
Çağdaş İngiliz felsefecisi Arnold Toynbee şöyle diyor: "Nasıl ki komünizm, sosyal adalette ısrar etmekte değil de, adalet uğruna hürriyeti kurban etmekte hata etti ise: kapitalizm de ferdî hürriyet namına adaleti kurban etmekte yanıldı. Bunların her ikisi de bir tarafın kuvvetlenmesi için öbür tarafı feda eden sistemler olup, aynı zamanda ikisi de materyalist doktrinlerdir, insan ise sadece madde ile yaşaması kat'iyen mümkün olmayan bir varlıktır. (Adalet ve hürriyetle bu iki materyalist ekol mutlak surette hatalıdır."
Batılı ekonomi bilginlerinden meşhur araştırıcı Jncque Austruy (Jak Ostroy) 1961 yılında Paris'te neşredilen "İktisadi Gelişme Karşısında İslam" adlı eserinde hatasız yolu, gerçeğe götüren yolu gösteriyor:
"Hüküm sürmekte olan iki iktisadî nizam, Kapitalizm ve Komünizmdeki kısır görüşlü doktrin sahiplerinin bizleri ikna etmek istedikleri gibi, iktisadî üretim için gerçekte bir tek yol vardır ve bunun tatbiki zaruridir diye bir şey yoktur. İslâm, ne ferdiyetçi, ne de kollektivisttir. O, her ikisinin de iyi taraflarını ihtiva eden bir yoldur. Ancak yeni nizama istikamet verecek imkânı kaynak ve kuvvet merkezlerini araştırmak, meydana koymak, iktisadî gelişme problemlerini yeni bir dille ifade etmek bir yabancı için güçtür. Müslümanların doğrudan doğruya İslâm'a ve onun saklı kalmış mânâ ve maksatlarının tetkikine dönmeleri zarurîdir. Taklitçilikten kurtulup bilfiil işe başlamaları gerekir. İslâm çok büyük imkânlardan faydalanabilir. Şayet müslümanlar doğru yolu bulursa iktisadî pek çok engelleri -ki, bu engelleri aşmak iktisatçılarımız tarafından halâ imkânsız görülmektedir- o halledecektir."
Öyle ise kapitalizm ve liberalizm ile sosyalizm ve komünizme, Necip Fazıl'ın diliyle, yapılacak tavsiye şudur: "Buyurunuz; birbirinizde bulduğunuz karşılıklı sakatlıkların bir arada tasfiye edildiğini görmek ve herbiriniz ayrı ayrı nefislerinizde vehmettiğiniz değerlerin bir arada hakikatine kavuşmak isterseniz isminizden ve cisminizden, ruhunuzdan ve hüviyetinizden zerre kalmıyacak tarzda, İslâm'da fâni, olun, eriyin, yokluğa karışın ve her şeyi bulun!"