1974 Haziran ayında lisede sınavlar vardı. Bursa'da da sınavlar yeni başlamıştı. Ama ben henüz lisans tezimi teslim etmemiştim. Bursa'ya gider gitmez ilk işim o olacaktı.O zor şartlar altında tezime çok emek verdim. Kırklareli gibi bir yerde 35 kaynaktan yararlanarak, 90 adet dipnot kullanarak tezimi hazırladım. Hocamın isteğine uyarak yazımın daktilo edilmesi gerekiyordu. Onu da öğrencilerimden Muammer Eren üstlendi. Ben de Bursa'ya gidince tez danışmanım Zeyyat Sabuncuoğlu’na teslim ettim. Geciktiğim için biraz kızsa da kabul etti. Böylece bu konu da halledilmiş oldu.
O günlerde eşimin doğumu da yakındı. Ama değildim Zira Çorum’dan Hacı Ömer Amcam; annemi, kayınvalidemi, baldızım Ayla’yı ve kayınbiraderim Muhteşem’i getirdi. Ayla genç kızdı, Muhteşem altı-yedi yaşlarındaydı. Amcam, bir gece kaldı döndü. O günlerde ben de Bursa’daydım. Aynı dönemde Kıbrıs’ta Makarios, isyanları oynuyordu. Yunanistan’a katılma hazırlıkları yapılıyordu.
14 Temmuz 1974 tarihinde Selma’nın sancıları sıklaşmış. Sabahleyin kayınvalidem ebeyi eve çağırıyor. Evde büyük telaş... Sonunda çocuk dünyaya geliyor. Ama ben Bursa’dayım. En hızlı haberleşme aracı telgraftı. Bana telgraf çekmişler. Zekeriyaların evine uğradığımda telgraftan haber verdiler. Kurtulduğuna, sağ salim kızım olduğuna sevindim. Ben de haberi Çorum’a ulaştırdım. Babam da “Gelinin hayırlısı ilkinde kız doğurandır” diyerek sevindiğini ifade etmiş.
Kırklareli’nde doğum telaşı ve sevinci yaşanırken ülke çapında Kıbrıs bilmecesi sürüyordu. EOKA-B lideri Nikos Sampson, Makorios’a darbe yapmış, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaya hazırlanıyordu. Bu ortamda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit, garantör ülke olan İngiltere ve uluslararası camia ile görüşmek üzere Londra’ya gitmişti. Orada görüşmeler çıkmaza girince Türkiye’ye “Ayşe tatile çıksın” diye bir mesaj geçmiş. İşte o gece Türk ordusu Kıbrıs’a çıkmaya başladı.
Ben, o gece daimi kaldığım İpekçi Oteli’ndeydim. Sabahleyin kalktım. Otelin her noktasında polisler var. Meğer o gece bizim otelde bir otobüs dolusu Yunanlı turist bulunmaktaymış. Polisler de tedbir için oteli kuşatmışlar. Ben de onlardan izin isteyerek odamdan çıktım. Zira o gün sınavım vardı. Öğleden sonraki sınava yetişebilmeliydim.
20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nın başladığını Bursa’da böyle hissettim. Ama başta Trakya olmak üzere pek çok Batı şehirlerinde gece karartma uygulanıyordu. O ortamda, PTT’ye gittim. Kırklareli’ne telgraf çektim: Endişelenmeyin. Ani bir gelişme olursa derhal gelirim. Bu telgraf, bizimkileri biraz ferahlatmış. Zira Trakya halkının büyük çoğunluğu ya İstanbul’a ya da daha içerilere gitmişler. Bizimkiler de karışık duygular içindeler. Geceleri karartma olduğu için çocuk bakımında bile çok zorlanıyorlar. Böyle bir ortamda elbette sıkıntılı günler geçiriyordum.
Bursa’da Heykel’e yakın bir lokantaya oturdum. Siparişimi verdim. Önümdeki kül tabağındaki izmaritlerden nefis kokular gelmeye başladı. Hâlbuki her zaman bana pis kokusu gelen izmaritleri alıp koklayasım geldi. Yoksa sigara mı başlayacağım diye endişelendim. Birkaç gün yemeklerime bol acı biber koydum. Üç gün sonra aynı masada yine izmaritler vardı ama yine bana pis kokmaya başladı. Bu sıkıntıyı atlatabildiğim için Allah’a şükredip yemeğimi gönül huzuruyla yedim.
Gelelim gündemimize...
Kıbrıs Harekâtı’nın ayrıntısına girmeyeceğim. Ancak Ecevit’in çekingen tavrına rağmen devam etti. ABD ambargosu başladı. Uçakların yakıt ve lastik tekerleklerinde sıkıntılar yaşandı. O zamana kadar hiç hesaba katmadığımız Libya lideri Muammer Kaddafi, Amerikan ambargosunu delerek uçak benzini ve uçak lastiği takviyesinde bulundu. Ama ambargo ciddi idi. Hep Amerika’dan aldığımız uçak, gemi, silah ve teçhizat birden kesildi. Ecevit hükümeti panikledi. Ama Erbakan, hep ağır sanayiden, milli sanayiden söz ediyordu. O girdi devreye. ASELSAN, ROKETSAN, TÜMOSAN, TUSAŞ, GEMİSAN gibi fabrikaların kuruluşunu gerçekleştirdi.
“Kendi uçağını kendin yap”
“Kendi silahını kendin yap”
“Kendi gemini kendin yap” sloganlarıyla yola çıkarak Türkiye’de her ile büyük fabrikaların temellerini attı. Zamanında hayali yatırımlar denilen fabrikalar, uzun dönemde de olsa gerçekleşti. Anadolu’da bir kalkınma hamlesi başladı.
İşte bu dönemde Çorum’da bir kırtasiye dükkanında sohbet ediyorduk. Erbakan’ın ağır sanayi hamlelerinin çok konuşulduğu günlerdi. Kırtasiyeci M.B. yaşlı ve tecrübeli bir adamdı. Bana o günlerde:
“Şu Erbakan’a şaşıyorum. Sen tarımda marka olmaya bak. Uçağı elin gavuru çok ucuza mal edip sana satoyır. Ne lüzum var da ülkeyi sanayileşme sevdasına sürüklüyorsun” diyor ve bana da tasdik ettirmeye çalışıyordu.
Ben de "Görüyorsun ki kritik günlerde paranla da olsa uçak alamıyorsun. Elin gavuru bize ambargo uyguluyor" deyince küplere biniyor, bin bir mazeret üretmeye çalışıyordu.
Bu hamleden Çorum da nasibini aldı. Şeker fabrikasının yanı sıra Organize Sanayi Bölgesi'nin temelleri de o sırada atıldı. İş adamları dahil kimse organize sanayi bölgesinin ne işe yaradığını bilmezken çimento fabrikası gibi yüzlerce fabrikanın burada kurulup çalışacağını, ürettiğinin çoğunu yurt dışına satacağı söylediklerinde herkes kuşku ile bakıyordu. Sonra alt yapısı hazır ve ucuz fabrika arsalarını duyan sanayiciler, yer kapmak için yarışa geçtiler.