Siyasette, ticarette, yönetimde, idarede görev dağılımı sırasında öncelikle işe alınacak elemanın o işi yapıp yapamayacağına bakılır. İşin ehli ise o iş ona verilir veya o makama getirilir.
İşe yerleştirme konusunda diploma veya sertifika ilk anda dikkate alınabilir. Ama zaman ilerledikçe o kişinin o işe ne kadar uygun olup olmadığı ortaya çıkacaktır. Objektif kriterlerle terfi etmesi mümkündür. Yetenek ve gayret yoksa, yerinde saymak durumunda da kalabilir.
İslamda esas olan liyakattır. Kur'an-ı Kerim'de "Emaneti ehline veriniz" buyuruluyor. Hz. Peygamber (sav) de "Bir iş, layık olmayan kimseye teslim edilirse, artık kıyameti bekle" diye uyarıyor. Gerçekten de "İş, ehliden çıkarsa" liyakatsiz kişiler iş başına gelirse o kurumda, o kentte veya o ülkede çöküş görülmesi yakındır.
Yöneticiler, tüm işleri bizzat yürütemezler, mutlaka yardımcıya ihtiyaç vardır. Yardımcılarını liyakat esasına göre seçerse ona gelen konuların çözümünden emin olur. Liyakatsiz kişiler iş başında veya yardımcı pozisyondan olursa en küçük sorun karşısında bocalamaya başlarlar.
Yusuf Has Hacip, bunu sultan ile vezir denkleminde şöyle ifade etmiştir:
"Vezirin aklı çok ve bilgisi deniz gibi olmalıdır ki her iş elinden gelmeli ve beyin yüzünü güldürmelidir."
Ebu Davud ve Nesa,'de geçen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sav) de bunu şöyle açıklıyor:
"Allah, bir lidere hayır murat ettiği zaman, onun etrafını dürüst yardımcıların almasını temin eder. O lider unuttuğu zaman ona hatırlatır, hatırladığı zaman da yardımcı olur…"
Bizim bu konuda inancımız, töremiz ve kültürümüz böyledir. Ancak yetkililer, yanlarına yardımcı alırken o işin ehli olup olmadığına her zaman bakarlar mı? Yoksa başka şeyler mi ararlar?
Bu konuda doğru olanın yapıldığı dönemlerde her yerde ilerleme görülmüştür. Bu ölçünün terkedildiği dönemlerde kaos baş göstermiştir.
1978 yılındaydı. Bir lise müdürüyle bir ortaokul müdürünün sohbetine şahit oldum. Ortaokul müdürü, okuluna yeni gelen bir öğretmenden bahsediyor: "Müdürüm, okuluna yeni bir Türkçe öğretmeni atandı. Sporun her dalıyla ilgisi var. Voleybol, basketbol, futbol takımlarını çalıştırıyor. Saz, kanun ve ud çalıyor. Tiyatro ekibini yönetiyor. Hatta bilgisayar kullanmayı bile biliyormuş. Ben de bunu derhal müdür yardımcısı yaptım. İyi etmişim mi?"
Ortaokul müdürü, tecrübeli müdürden aferin beklerken aldığı cevap karşısında donup kalıyor; "İyi halt etmişsin. O kadar yetenekli adama bir de yöneticilik yetkisi verilir mi? Oğlum, iki günden o seni tahtından indirir. Yerine göz diker, müdür olur."
Ortaokul müdür, büyük bir şaşkınlıkla dinler. O varken başkasını muavin seçemezdim ki diyecek olur. Lise müdürü devam eder: "Okulunda şöyle halim selim, sakin bir öğretmen yok muydu? Onu seçseydin. O, sözünden çıkmazdı, dediğini yapardı, kendiliğinden hiçbir şey yapmazdı. Sana itaatta kusur etmezdi."
Bu konuşmaları ben de dikkat ve ibretle izliyordum. Ortaokul müdürünün sözlerinin doğru olduğuna, öyle yapılması gerektiğine inanıyordum ama lise müdürünün kriterlerini iyi analiz etmek gerektiğini düşünüyordum. Kendi kendime günümüzde bu iki ölçüden hangisinin daha çok uygulandığını tefekkür etmeye başladım. Günlerce düşündüm; tercihlerin altyapısını araştırdığımda gününü gün etme arzusu ve tahakküm etme kaygısından başka bir şey bulamadım.
İki müdür de inançlı insanlardı ama inanç sözde kalmış gibiydi. Hele lise müdürünün inandığı değerlerle tavsiye ettikleri arasında uyum değil, uçurum bulunmaktadır.
Demirel, bakanlarını seçerken liyakati asla aramazdı. Doktora hiç alakası olmayan bakanlık, hukukçuya hiç vakıf olamayacağı bir bakanlık verirdi. Sebebi sorulduğu zaman, onlar benim ağzıma bakar, kendiliğinden bir teklifle gelmez dermiş. Rivayet böyle.
Devlet idaresinde elbette emre itaat vardır ama yeri geldiğinde uyarmak da gerekir. Onu da ancak liyakatli insanlar yapabilir. Konusuna hakim olan insan, yanlışı doğruyu ayırt edebilir.
Her yetenekli insan da sırf yetenekli diye iş başına getirilemez. Onun devletine sadakati de önemlidir. Yetenekli ve fakat hain olan insanlardan bütün devletler huzursuz olmuşlardır. Onun için liyakatin yanı sıra sadakat da şarttır.
Sultan II. Abdülhamit, tahta geçince "Ben şehzade falan tanımam. Ben sultanıma bağlıyım. Ona zarar gelmesine izin veremem" diyen Yedi Sekiz Hasan Paşa'yı buldurup aktif göreve getirmiştir. Onun diğerlerinden farkı sadakatidir. Devlete sadık, kuruma sadık olmak, körü körüne itaatle aynı değildir.
Yardımcı seçerken liyakati esas almak şart. Ama ikinci önemli şart da sadakatini ön planda tutmaktır. Bu da belli sınavlarla ancak anlaşılabilir.