Şemsi Bakkal'ın anısına…
Umudunu yitirme! Onu hep yeşertmeye bak, gerisi kolay…
Belki de bu düşünceydi onu pervasız salındıran. Aç mezarı yok derdi annesi… Diğer bütün nasihatlerin anası, akılda kalınası… Elbet bir şey olacaktı. Şöyle ya da böyle. Bir şey… 
Bakkala yürürken alması gerekenleri bir daha tekrarladı içinden. Bu günlerde aklı bir karış havadaydı. Büyükleri öyle diyordu, haklılardı da… Bakkala vardığında siparişlerden birisini yine hatırlayamıyordu. Aldıklarından sonra para da artıyordu haliyle. Fırsat bu fırsat sevdiği gofretlerden aldı. Bir yandan da endişeliydi. Eksikliğin farkındaydı. Aman, boş ver dedi içinden. Nasıl olsa aklının havada olduğu tescilliydi. Güler geçerlerdi…
Limon! Eksik limondu... Hatırlamış ama iş işten geçmişti. Aldığı gofreti yemeye başlamıştı bile… 
Yok, hayır! Bir aklı havada suçlaması daha duymak istemiyordu. Gofretleri iade edip limon almalıydı. Geri dönüp yürümeye başladı. Bakkal iyi adamdı. Bu sorunu hallederdi. Vardığında, hemen her esnafın kasa kısmında duran peşin satan - veresiye satan resminin önünde duruyordu. Meşhur bir resimdir bu; Peşin satanı mutlu, veresiye satanı perişan gösteren. Kabarık veresiye defterine rağmen bakkal, resme inat oldukça mutlu görünüyordu. Resim doğru söylemiyordu. Bakkal, o resimdekilerden değildi.
Çocuğun geldiğini görünce, gözlüğünün altından baktı; 
- Hayırdır,  bir şey mi unuttun? 
Evet dedi çocuk. Şu akıl, herkes tarafından görülebilen bir şeydi. O da görmüş olmalıydı. 
Limon almayı unutmuşum dedi. Gofret aldığı için parasının kalmadığını söylemeye çalışıyordu ki bakkal araya girdi. Tamam dedi. İki yeter mi derken limonları avucuna tutuşturdu. Bir yandan çocuğun gofretleri kenara bıraktığını görünce bakkal, gözlüklerini çıkardı: 
- Al onları!  
Çocuk utandı. Olur mu ki dedi. Annem demeye kalmadı ki bakkal buraya gel deyip onu, yanında bulunan tabureye oturttu. Arkada duran esnaf resmini yerinden çıkardı. Çerçevenin arkasını çevirdiğinde, orada başka bir resmin olduğu görülüyordu. 
O arada küçük bir kız girdi içeri. Elinde para… Annem yolladı, borcumuzmuş bu dedi. Bakkal parayı saydı. Bu fazla dedi. Kız inatla:
- Ama annem paranın tam olduğunu söyledi… 
 Küçük kız aklı başında bir çocuğa benziyor ve ısrarlı sözlerine devam ediyordu.  Bakkal araya girdi:
- Annen fazla hesaplamış, bunu götürürsen tam olacak. 
Nihayet bakkalda kimse kalmamıştı. Müsaade isteyip kalkacakken bakkal: 
- Bana bir eleman lazım. Sizinkilere sor, izin verirlerse gel yanıma. 
Nihayet aklının beş karış havada olmadığını ispatlayacaktı herkese. Evdekileri ikna etmek zor olmadı. Ertesi sabah erkenden yeni iş yerindeydi. Her şey çok iyi gidiyor, işini lâyıkıyla yapıyordu. Hesabı kitabı iyiydi. Hızlıydı da… Sadece bir işe bakamıyordu:  Veresiye defteri…  Veresiye yazmak zor ve özel bir işti. Hesap kitaptan daha öte bilgiler gerekliydi. Gün boyu elini uzatamadığı defter, tüm gizemiyle orada duruyordu. Kalın defteri sadece bakkal açıyor, yine o kapatıyordu. 
Hesap kapatmak için gelenlerin birçoğu fazla para getiriyordu nedense… Çocuk hesap konusunda daha iyi olduğunu, ustasının hesaplarda yanlışlık yaptığını düşünüyordu. Veresiye defteri, gizemini giderek artırıyordu. 
Bir gün bakkal, çarşıya gitmesi gerektiğini söyleyerek görevi çocuğa bıraktı. O artık bakkaldı. Mahallenin bakkalı. En önemlisi, veresiye defterinin yazarı…
Tek başına olduğu bakkalda ilk müşterisi bir çocuktu. Bir kilo şeker ve yüz gram gofret istedi. Çocuk elini cebine atmadığından veresiye olduğunu da anladı. Babasının ismini sordu. Defteri açarken heyecanlandı. İlk defa ustası olmaksızın defter açılıyordu. Müşterinin ismini buldu ve alınanları not etti. Fakat gözüne takılan ve anlam veremediği tuhaf bir durum vardı… Alınmış olan birçok malzemenin üzeri kırmızı kalemle çizili gözüküyordu. Diğer sayfalarda da durum aynıydı. Biraz daha kafa yorunca alınmış olan tüm gofret, kraker ve şekerlemelerin üzeri çiziliydi. 
Çocuk, bakkal döndüğünde yaptığı işlemi gösterdi. Yüz gram gofretin üzerinin kırmızı kalemle çizildiğini görünce bakkal, çocuğun durumu anladığını fark etti. Aferin dedi. Daha önce yarım kalan mevzuyu tamamlamak için peşin satıp mutlu olan adam resminin arkasındaki resmi çıkardı:
Ustamdı, burası onundu… Ben de babasını genç yaşta kaybetmiş bir çocuk… Okuyamadım. Anneme bakıyordum. Annem de bana… Durumumuzu en iyi bilen oydu. Çocukken bakkala gelip de paramın çıkışmadığı hiç olmadı. Fırsat vermedi buna… Ucuzladı der, kampanya yaptım, elimde kaldı, gitmiyor der, yazdım der yollardı. Çırak olarak aldı beni yanına. Çocuğu da yoktu rahmetlinin. Bana bıraktı bakkalı sonra…
İşte böyle dedi ve devam etti bakkal: Burası başkaları için sakin, sessiz ve huzurlu bir mahalledir. Benim içinse, öğretmeni olduğum bir sınıf… Çocuk mutluysa, sınıf da mutludur. O iyi olursa herkes iyi olur...
Yaz tatili çabuk geçmişti. Okul yolundaydı. Bir zaman sonra, tamamı peşin satıp mutlu olacak süpermarket ve dükkânların önünden yürüyordu. Gelecekle ilgili endişeleri yerini sükûnete bırakmıştı. 
Cebindeki gofretlerin varlığı onu mutlu etmeye yetiyordu. Okula varmadan, bir başka mahalle bakkalının önünden geçtiğini fark etti. Adımlarını düzeltip, elini cebinden çıkardı.  Başını sağa, bakkala doğru çevirip, keskinleşen ayak vuruşlarıyla tören adımı atmaya başladı. 
Büyük bir bayrağın gölgelendirdiği tören alanında o an, geçiş sırası gelen bir sınıf dolusu çocuktan birisiydi sadece…