Yeni Zelanda da iki camiye silahlı saldırı düzenlendi ve 50'den fazla Müslüman kardeşimiz, Cuma namazında hayatını kaybetti. Saldırganların saldırı öncesi sosyal medyada ki paylaşımlarında Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve Türkiye'ye yönelik tehditler savurması ise manidardır. 

İslam düşmanı Batı ve ABD nin yıllardır Müslümanlarla ilgili ektikleri nefret tohumları haçlı terörüne dönüşerek kendisini gösterdi. Yeni Zelanda da Cuma namazı sırasında düzenlenen saldırıda elli civarında ibadetle meşgul olan masum müslüman şehit olurken bir o kadarı da yaralanmıştır. Katliamın iki yıl önceden planlanmış olması, Türkiye, Erdoğan ve Ayasofya'yı hedef alan paylaşımları, olayın çok daha önceden organize bir şekilde planlandığını ve vahim olduğunu göstermektedir. Savaşa gider gibi hazırlıklı olan bu sadist ruhlu caniler, internette yayınladığı manifestosunda; Erdoğan'ı "Halkımızın en kadim düşmanı olan Türklerin lideri" olarak anıyor ve öldürülmesi çağrısında bulunuyordu. Terörist yayınladığı bildiride, "Boğaz'ın doğu tarafında barış içinde yaşayabilirsiniz. Fakat Avrupa topraklarında, Boğaz'ın batısındaki herhangi bir yerde yaşayamazsınız. Sizi öldürür ve topraklarımızdan süreriz. 'Konstantinopolis'e gelecek ve bütün camiler ile minareleri yıkacağız. Ayasofya'yı minarelerden kurtaracağız. İstanbul bir kez daha Hristiyan toprağı olacak" ifadelerini kullanıyor. 

Şu anda Türkiye ve İslam coğrafyası, yeni bir Siyonist Haçlı ittifakının tehdidi altındadır. İsrail Lübnan'dan Hizbullah ve diğer Müslüman unsurları tasfiye ederek, Falanjistlerle birlikte orada bir Hristiyan devlet oluşturma gayretinde. Suriye'yi ise Lazkiye, Cebeli Dürz, Kuzey Suriye, Güney Suriye olarak bölüp,  Ortada Lübnan'ın kantonu olarak küçük bir Hristiyan bölge, Kürdistan içinde Süryani ve Ezdi kantonları oluşturma gayretindedirler. 

Bu plan gerçekleşirse, Arap barış gücü var diyerek Türkiye, İran ve Rusya'ya "bölgeden çık" diyeceklerdir. ABD ve İsrail bu planın iki ana sponsorudur. Bütün bunlar, Haçlı koruması altında, Kudüs'ün İsrail'e başkent olarak kabul edilmesinin ardından Mescidi Aksa'nın yıkılarak, Büyük İsrail'e giden yolda son adımın atılmasıdır. 

Yeni Zelanda'daki vahşi katliam 25 Şubat 1994 de, Ramazan'ın ayında yine bir Cuma günü sabah namazında gerçekleştirilen El-Halil katliamına benziyor. O zaman da bir siyonist, Filistin'in Batı Yaka bölgesindeki El-Halil şehrinde bulunan Hz. İbrahim Camisi'nde insanların tam secdeye vardığı sırada arkadan üzerlerine kurşun yağdırmış ve birçoklarını secdedeyken şehit etmişti. O zaman bu katliamı gerçekleştiren Barush Goldstien bir doktordu. Yani mesleği insanların hayatlarını kurtarmak için çalışmayı gerektiren bir meslekti. Ama o içini İslam ve Müslüman düşmanlığı ve nefret duygularıyla dolduran bir canavara dönüşmüştü. Taassup kalbini o kadar karartmıştı ki masum insanları secdeye vardıkları sırada katletmek ona zevk vermişti. Müslümanlara karşı benzer kin ve nefret duygularıyla doldurulmuş ve İslam düşmanlığı temelinde birleşen bazı vahşi canavarlar da önceki günlerde Cuma vaktinde Yeni Zelanda'nın iki camisinde namaz kılmaya gelen Müslümanlara saldırdı ve korkunç katliam gerçekleşti. Gerçekleştirdikleri katliamı sanki bir marifetmiş gibi adeta bir kahramanlık sahnesine dönüştürerek internette yayınlamaları da oradaki vahşet duygularının hangi boyutlara vardığını göstermektedir. 

İnsanın yaratılış fıtratında böyle bir canilik yok. İnsan selim fıtrat üzere doğar. Onlara bu ruh haleti kendilerini yetiştiren eğitim sistemi, yönlendiren çevre ve medya organları tarafından verilmektedir. Buna bugün "İslamofobi" adı verilmiştir. İslam'dan, İslam'ın yayılmasından, güçlenmesinden ve Müslümanların bilinçlenerek bir güç birliği haline gelerek sömürgelerine engel olmasından korkuyorlar. Gerçekte ise bu eskiden belli gelen İslam düşmanlığı, Müslümanlara karşı intikam düşüncesi ve kinlerinin bir tecellisidir. "İslamofobi" adı verilen bu ur Batı ülkelerinde Müslümanlara karşı tehlikeli ve ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamıştır. Ama Yeni Zelanda'ya kadar ulaşması sadece Batı ülkelerine, Avrupa'ya ve ABD'ye özgü olmadığını, Müslümanlara karşı kin duygusunu yönlendiren haçlı zihniyetinin ulaştığı her yerde ciddi bir tehdit oluşturmaya başladığının alametleridir. 

Olayın bir diğer boyutu da sergilenen bu vahşetin arkasında duran haçlı kininin, İslam'a karşı nefret duygularını besleyen ırkçı siyasi akımların yaptıklarının görmezden gelinmesidir. Bu zihniyeti yıllar önce Kudüs'ü işgal ettikleri zaman sadece bu şehirde yetmiş bin insanı katleden haçlı zihniyetinden ayrı göremeyiz. Selahattin'i Eyyubi ise Kudüs'ü feth ettiği zaman ise bir tek Yahudi veya Hıristiyan'ın burnu bile kanamamıştı. Gerçekte bu vahşet bugün hâlâ Avrupa'da birçok siyasi hareketin ideolojik temellerini oluşturmaktadır. İşte bu haçlı zihniyetinin ulaştığı her yerde İslamofobi olgusunun Müslümanlar açısından son derece tehlikeli hale gelen bir canavara dönüşmesi planlı bir çalışmanın sonucudur.  Bu sinsi planın yürütülmesinde en etkili kullanılan araç da medyadır. Medya Müslümanların reddettiği şiddeti İslâm'a mal etmeye çalışırken, İslâm'ı ve Müslümanları insanların gözünde mahkûm etmek için yoğun çaba sarf ederken diğer yandan da İslâm'ın kutsallarını hafife alan yayınlar yapmaya devam ediyor. Sürekli İslâm'ı ve Müslümanları terörle özdeşleştirerek "İslâm terörü" fikrini zihinlere yerleştirmeye çalışılıyorlar. Bunun tecellisi olarak ta gün geçmiyor ki İslam'a ve Müslümanlara saldırı olmasın. Bugün Avrupa'da ki saldırılar, bize göre Dünyanın öbür uçundaki Yeni Zelanda'ya kadar ulaşmış durumdadır.  

Müslümanlara yönelik bu saldırılar ne ilktir, ne de son olacaktır. Başta ABD Başkanı Trump olmak üzere Avrupalı siyasiler de İslam ve Müslümanlara karşı tavır almakta, kışkırtıcı dil kullanmaktadırlar. Avrupa'da İslam ve Müslümanlara karşı devam eden saldırılar önlem alınmadığı takdirde başka toplu katliamlara da dönüşebilir.  Avrupa, iddia ettiği demokratik değerler, insan hakları, eşitlik ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan davranışlar sergileyerek ırkçı bir politika izlemeye devam ediyor. Müslümanlara yapılan saldırı ve toplu katliamların baş sorumlusu eylemi gerçekleştiren sadist ruhlu caniler kadar, bu canileri kışkırtan, destekleyen, yöneten ve yönlendirenler de aynı derecede suçlu ve sorumludurlar. 
Avrupa ülkeleri ve ABD terör örgütlerini korumadan vaz geçerek sağladıkları desteği kesmedikçe ve İslam karşıtı karalama kampanyalarından da uzak durmadıkça, Müslümanların can ve mal güvenliklerinden söz etmek mümkün olmayacaktır.