Hoca Amr:
-Eğer Allah'tan bir inayet bir yardım olmazsa bu kesinlikle mümkün değildir, dedi. İkisi de bu konuşmadan sonra dönüp askerlerin yanına geldiler. Askerler komutanlarını saygıyla ve büyük bir heyecanla karşıladılar. Konaklama çadırlarını oradan kaldırıp şehrin yakınlarında daha güzel bir yer bulup yerleştiler, sonra bir sohbet meclisi oluşturup koyu bir sohbete daldılar. Sohbette Hoca Amr, başarıdan başarıya koşan Hz. Hamza zamanında yapılan gazaları anlattı. Kerebi Gazi onun kahramanlıklarını duyunca heyecanlandı coşkuyla dedi ki:
- Ey baş komutanım, sen himmet kılar dua edersen ben yarın bu şehri alırım. Kerebi Gazi daha sözünü bitirmemeşti ki Şah-ı Merdan Hz. Ali'nin bir elçisi gelip bir mektup sundu ve Şah-ı Merdan Haz. Ali size dua etmektedir, dedi. Bu arada İmlak Şah tarafından Kahraş-ı Endülüsî diye bir melun elçi olarak geldiğini haber verdiler, hemen birkaç ileri gelen asker Kahraş'ı elli kişilik kafir  gurbu ile birlikte karşılayıp Muhammed Hanefi'nin huzuruna götürdüler. Kahraş, önce getirdiği armağanları takdim etti, sonra da izin alıp kendi akranı yirmi kişilik bir gurup pehlivanı ile birlikte içeri girdi. Etrafına şöyle bir baktı, bir de ne görsün: Hükümdarlara layık bir taht kurulmuş, o tahtın üzerinde genç bir yiğit oturmakta ki yüzü güneş gibi parlak ve aydınlık. Öyle bir heybet ve öyle bir güç ve kudret sahibi ki aslanlar, devler yüzüne baksa ödleri parça  parça olur. Tahtının sağ yanında altın kaplı sandalye kurulmuş üzerinde Rüstemler, Kahramanlar gibi akılları hayrette bırakacak bir yiğit oturmaktadır. Bu yiğit kırk karış boy boşuyla demir zırhlar içinde, önünde yetmiş dört yapraklı bir acayip gürzü baş aşağı dikine koymuşlar. Yine acayip bir kılıcı kınından çıkarıp öyle bir yere koymuşlar ki ışığı ateş gibi parlamakta. Kara yağız, kızıl benizli, duruşuyla adeta arp ilan etmiş kan renginde görünen Merih yıldızı gibi heybetli bir pehlivan ki onu anlatmak mümkün değil.. Kahraş-ı Mağribi bunları görünce oldukça etkilendi içine korkular düştü. Sol tarafa baktığında da Kereb'ın yakın arkadaşları ve kardeşlerini görüp hayranlığını gizleyemedi. Sonra usulüne uygun larak tahtın üzerine başını koyup mektubunu takdim etti ve geri çekildi. Görevli kapıcı başı mektubu alıp Kerebi Gazi'nin ve Muhammed Hanefi'nin tahtının kenarına bıraktı. Kerep mektubu alıp Muhammed Hanefi'nin eline takdim etti., Kahraş'ın altına da altından bir sandalye çekip oturmasını istediler. Yirmi kişilik pehlivanları da el bağlayıp Kahraş'ın ensesinde beklemeye başladılar. Yemekler geldi yediler, şerbetler geldi içtiler. Pîrler elinden dualar okundu. Sora Muhammed Hanefi başını kaldırıp Kerebi Gazi'nin yüzüne bakarak şöyle dedi:
- Ey baş komutan söyle bakalım, bu pehlivanlar niye gelmişler.
Kerebi Gazi, Kahraş'ın gözlerinin içine bakarak ne istiyorsanız söyleyin de görelim, dedi.
Kahraş: İmlak Şah size selam ve dua etmekte, devletimize karşı her hangi bir saldırıda bulunmasınlar, demektedir. Diğer söyleyecekleri de mektupta belirtilmiştir, deyip sustu.
Muhammed Hanefi, mektubun mührünü yırtıp kâtibinin eline verdi. Açıp okudu. Mektupta demiş ki: Ben İmlak Şah'ım, siz de Muhammed Hanefi ve Kerebi Gazi'siniz. Bu kadarcık az bir askerle ne yapabileceğinizi sanıyorsunuz, size söyleyeyim ki yarın Ham Şah da yer götürmez asker ile bu tarafa doğru gelip yetişmek üzeredir. O zaman sizin haliniz perişan olacaktır, sizden tek bir can kalmayıp kurtulmayacaktır. Şimdi bu mektup size ulaştığında dönüp edebinizle memleketinize gidin. Yahut gelin bana tabi olun, dinimize girin size o kadar çok bağışlarda ve ihsanlarda bulunurum ki anlatmakla bitmez. Yok eğer bu sözlerime muhalefet eder de inatlık gösterirseniz sonra pişman olursunuz. Size öyle işler ederim ki cihanda destan olup söylenir, deyip mektubu bitirmiş.
Mektuptan bu sözleri duyan Muhammed Hanefi Kerebi Gazi'nin yüzüne baktı, sen ne dersin ey komutan bu melun herifin sözlerine, dedi.
Kerep hemen mektubu katibin elinden alıp parça parça ederek yırtıp Kahraş'ın üzerine  attı ve ey edepsiz melun dedi. Bu ne saçma sapan sözlerdir, Ham kimdir, ötekiler kimdir bizleri onlarla mı korkutuyorsun, biz kimseden korkmayız, kimsenin korkusuna kapılıp geriye de dönmeyiz asla dinimizi de değiştirmeyiz, kimseye de tabi olmayız. Biz Allah birdir onun birliği hakkı için savaşırız. O melunun başına öyle işler açarız ki alemde destan olup söylenir. Dedi.
Kahraş, kendisini iyi bir pehlivan sanıyordu, aslanlık davası güderdi. O sözlere ve mektubun parçalanıp üzerine atılmasına hayli bozuldu, öfkelendi ve şöyle seslendi: Ey akılsız topluluk, eğer aklınız olaydı yarın başınıza gelecek olan bağışlanmayı kabul eder Ham Şah gibi  bir padişahın kulu olur, devlet bulurdunuz. Dedi, öfkeyle ayağa kalktı. Dışarı çıkmaya yeltenmişti ki Kerbi Gazi yüksek sesle haykırdı:
-Bırakmayın şu melunu, gitmesin, dedi. Kapıdaki görevliler hemen mani oldular, Kahraş'a yol vermediler. O melun ise hançer çekip onların üzerine hücum etti. Onlar de önünden savuldular. Kerebi Gazi bu durumu görünce daha da öfkelendi, arslan gibi yerinden sıçrayarak yetişti ve ey melun nereye gidiyorsun dur bakalım, sen canını elimden kurtarabilecek misin? Dedi. Kahraş daha karargah kapısına yeni varmıştı, Kereb'in arkasından geldiğini görünce geri dönüp Kerebi Gazi'ye hançer salladı. Kerebi Gazi o melunun dirseğine öyle bir muşta vurdu ki hançer elinden yere düştü. Dirseğini tutarken Pehlivan-ı Hicaz Kerebi Gazi samsam kılıcı ile öyle bir hamle kıldı ki Kahraş yere iki parça halinde düştü. Ondan sonra onunla birlikte gelen kırk elli kafirib hiç birine aman vermeden  hepsini tepeledi.
Muhammed Hanefi, ey komutan elçileri öldürdün, iyi yapmadın kanuna aykırı bir harekette bulundun, dedi. Kerebi Gazi de, bunlar bizi basit görüp kendilerinin ağızlarına layık herzeler söyleyip sindirmek isterler. Görsünler kendilerinin ne kadar güçlü olduklarını bakalım dedi. Sonra Muhammed Hanefi'nin makamı olan bargâha girdiler. Kerep: "Ey Şâh-ı Merdan'ın sevgili evladı ciğerinin köşesi, benim bir fikrim var uygun görürseniz onu arz etmek istiyorum", dedi. Muhammed Hanefi de bu konudaki fikrini elbette bilmek iterim, söyle de öğrenelim, dedi.
Kerebi Gazi:
-Bendeniz, birkaç yiğidi de yanıma alarak elçi kılığında şehre gidelim. O, İmlak Şah dedikleri dinsizi bir görelim. Eğer fırsat el verirse şehrin alınmasına sebep olabilecek bir bazı şeyler yapabiliriz.
Muhammed Hanefi, 
-Ey askerlerimin baş komutanı, bu tehlikeli bir iş, ihtiyatlı olmayı gerektirir, asla sana bir zarar gelmesini istemem, dedi.
-Kerebi Gazi:
-Senin yüce himmetin olduktan sonra bana asla bir zarar veremezler, deyip. Yanına yirmi kadar Arap yiğitlerinden ve arkadaşlarından bazıları ile elçi kılığına girip Trablus şehrine doğru yola koyuldular. Şehre vardıklarında gördüler ki, bu acayip şehrin kale burçları askerlerle dolu, üç katlı burçlar, öyle süslenmiş tezyin edilmiş ki, insan yüksek sesle bağırsa fersah fersah yankılanarak çınlar. Kerebi Gazi, yirmi pehlivan arkadaşı ile kale kapısının yakınlarına ulaştılar. Burçlar üzerinden kafir askerler seslenip, fazla yaklaşmayın yoksa sizi vurur ve yok ederiz, diye seslendiler.
Kerebi Gazi'ye arkadaşları da aşağıdan "biz elçi olarak geldik İmlak Şah ile buluşup görüşmek isteriz," diye seslendiler.      (SÜRECEK)