AHMET SEZİKLİ (HOCAM)

Geçen Cuma onu son yolculuğuna uğurladık. Çorum’ un kuru Ağustos sıcağı bir ara vermiş, bulutlarını getirmişti. Cenazeye katılan birçoklarının ya elinden tutmuş, ya yol göstermiş ya da sohbetini, dersini dinlemişliği vardı. Belki de hiçbirisi! Bir Âlim’in öldüğünü duyan gelmişti. Aslında O, çok iyi bir eğitimciydi. Benim de derslerine katıldığım… Günümüzde klişe olmuş “Hoca” sıfatının çok uzağında, hakikaten derdi vermek, anlatmak olan…

On üç yaşındaydım. Seksenli yıllar… Ramazan ayı. Kırkını geçmiş olan babam ve arkadaşlarıyla, Kur’an öğrenmek için teravih sonrası bir evde toplanıyorduk. Başımızda O vardı; Hoca… Ben henüz onu Hoca diye biliyordum.

- Ve len ter da, An kel ye hu düü…

- Dur!

Yanlış okumam çok olası bir şeydi. Çata çata, yavaş yavaş okuyordum. Öğrenci olan babalarımız sabırsızlanıyor, çabuk okumam için beni sıkıştırıyorlardı. O hiç sesini çıkarmıyor, sabırla dinliyordu. Yine yanlış okudum diye durdum, yüzüne baktım Hoca’nın. Yaşaran gözlerini mendiliyle siliyordu. Ne olmuştu, ne yaptım da adam böyle ağlıyordu? Tamam, iyi bir öğrenci değildim ama bu kadar üzecek ne yapmış olabilirdim ki!

Sonra anlatmaya başladı. Biz de bir Hoca’yı dinlemeye… Meğer okuduğum ayette geçen mevzuu onu etkilemiş ve bize de tüm inceliklerine kadar anlatmaya başlamıştı. İmam Hatip Lisesi’nde Tefsir Hocası olmak! Şimdi anlaşılmıştı… Adam işini yapıyordu. İşi buydu! Toplulukta yaşlı olanlar sırf Kur’an okunuyor diye ağladıkları oluyordu ama O başka! Ben çocuktum. Yaşlanmama çok vardı. Hoca’nın gözyaşlarını kıskanmıştım. Dinlenme arasında yanına gidip sordum: Hocam ben ne zaman ağlayabileceğim?

- Anlayınca!

Hoca doğru söylüyordu. Ya anlayınca ya da yaşlanınca…

Hayatta karşımıza, kişilik ve karakter profilimize tuğla koyan insanlar çıkıyorsa ne mutlu bize! Ahmet Hoca onlardan birisiydi. Allah rahmet eylesin.

*

DÜĞÜN EZİYETİ

Geçen gün, Çorum’un müstesna düğün salonlarından birisine nişana gittik. Salon küçüktü ancak içerideki ses seviyesi Nazi zulmünü aratmayacak cinstendi. Akıllı olanlar kulaklarına peçeteden tıkaç yapmış, oturmuşlardı. Ben de öyle yaptım. İki tane kundakta çocuğun ağlama sesini kimse duymuyordu. Yanımdakiyle iletişim kurmak için Tarzanca dil kullanıyordum. Düğünün sonuna doğru herkesin el kol işaretleri ile anlaştığını gördüm. İşaret dili tamamdı. Bir dil bir insan. Bir düğün de bir insan!

Dayanamayıp sahayı ilk terk eden hamile bir bayandı. Düğün sahipleri ile işaret diliyle vedalaştı. Diyalog sorunu yoktu. Herkes çok güzel anlaşıyordu. Kafaya çivi gibi giren ses ise kesinlikle bir müzik değildi! Ortada dans eden insanlar gençti ve kulak burun boğaz servisine henüz gitmemişlerdi. Çivi müziği etkisinde kendilerini oynamaya mecbur hissediyorlardı. Bir nevi şuur kaybı, bilinç kapanması da diyebiliriz!

Bir saat sonra salon bomboştu. İşlem tamamdı! Alel acele servis edilen nevale ve içeceklere el sürülmemiş, tabaklarda kalmıştı. En son birkaç teyze ve birkaç amca kaldı. Onların da muhtemelen önceki düğünlerden olsa gerek kulakları iptal durumdaydı. Geride birçok çekilmiş foto ve selfi kaldı. Zaten önemli olan da buydu! Sosyal medya’da varsan varsındır! Yoksan da yok! Fotoğrafın en iyi tarafı, orada çivi müziğini görememek!

*

KONSER

Dün akşam konser izlemeye Kadeş Meydanı’na gittik. Daha doğrusu gidemedik! Arabayı bir kilometre öteye bırakmak zorunda kaldık. Çorum Çorum olalı böyle kalabalık görmedi! Ya da ben görmedim… İğne attım yere düşmedi! Adımınızı attığınız her yerde bir başkasının adımı ile karşılaşmanız çok mümkündü. Kıvrıla kıvrıla, eğile büküle yol aldık. Dik durup sahneye bakabileceğimiz bir düzlem bulabilmek çok zordu doğrusu. Metre kare’ye beş insan düşüyordu neredeyse... Valilik bahçesi tarumar oldu. Onca çevre düzenlemesi, çiçekler, süslemeler ayaklar altında kaldı… Orada herkes şunu çok iyi anladı ki meydan, bir şehrin en önemli yapısıydı! Sağlıklı bir meydan, modern bir şehrin olmazsa olmazıydı!

Hâlâ içimizde, o mıntıkada eskiden bulunan Tekel ve Sağlık Müdürlüğü Binasını arayan, keşke yıkmasalardı diyen insanlar var! Allah’tan ki bu insanların sayıları az. Ama maalesef bu tip sığ insanlar, Çorum’un gelişmesine engel oldular. Ve onların sayesinde belki de Çorum yirmi belki de otuz sene geriden geliyor.

Meydan yetmedi! Eğer nüfus 200 bin olsaydı yetebilirdi. Ama 300 bin olunca az geldi! Biraz daha büyük düşünüp, meydanın altındaki üstündeki çirkin yapıları da traşlamak gereği görüldü. Aşgın Belediyesi bunu yapabilecek bir görüntü arz ediyor. Umutluyum…