Otuz altı yıl geçmiş mesleğe başlayalı... Göreve başladığım ilk yıllar, Ay'a ayak basan astronot gibiydim. Okul bir gezegen ve gördüklerim de gezegenin unsurlarıydı! Herkese, her şeye hayranlıkla bakıyor, onları anlamaya tanımaya çalışıyordum. Bildiklerim gördüklerimle baş edebilecek mi onu da bilemiyordum. Aslında bu dediğim astronot modu, öğretmenliğin en temel felsefesiydi. Herkese mesafe olarak aynı noktada bulunmak ve karsımdakileriyaratılmış özel canlılar olarak kabul etmek. Sistem tarafından oluşturulmuş bu mükemmel habitat, beni içine kabul etmiş, kendisine entegre olma onurunu yaşamamı bekliyordu! Bu duygularla atandığım, okul müdürü ile gerçekleşen ilk diyalog:
-Hoş geldin..
-Hoş bulduk
-Müzükçüsün değel mi?
- Evet, müzik öğretmeniyim.
-Zurna da çalıyon mu? (Ha ha ha , gülüşmeler...)
- Yetenekli insanlar her şeyi çalabilir, ben de...
-Bekâr mısın?
-Evet
-Hemen everelim seni, yoosam olmaz!
Göktaşı çarpması sonrası oluşan krater çukuruydu bu! Öyle bakıyordum... Astronot olmak kolay değildi! İlk ders, ilk konu...
Yıllar geçti. Memlekete döndüm. İlk müdürün tavsiyesini yerine getirmeyi başarmış, evlenmiştim. Güzel Sanatlar Lisesi' ne atandım. Bu arada mesleki eğitimim, çevresel faktörlerin şekillendirmesiyle son halini almış, tecrübeli bir öğretmen olmuştum. Yalnız bu okul duygusal anlamda bana "dejavu" yaşattı. Yine astronot modundaydım. Çünkü burası bambaşka bir dünyaydı. Sanat dünyası! Bu memlekette doğuya doğru gidildikçe sanat'tan uzaklaşılır. Daha doğrusu sanat eğitimi ortamı bulmak zorlaşır. Hele de 2000'li yılların başında! On iki yıllık bir öğretmen olarak yaşadığım olumsuzluklar, hayal kırıklıkları, yerini yine bir uzay boşluğuna bırakmıştı. Yeni ortam, yeni şartlar, yeni bir gezegen!
Okulun ilk kurucu müdürü beni yanına çağırdı. Ben yine astronot modundaydım ve yine bir müdürün kapısını çalıyordum. Telaffuzunda müzük yoktu! Müzik diyordu! Bu durum içime bir nebze su serpmişti. Bu gezegende umut var diye düşünmeye başladım! Müziği, sanatı çok sevdiğini, burada güzel şeyler yapmak istediğini söyledi. Bize güvendiğini, bir şeyleri başarırsak birlikte başaracağımızı ifade etti. İlk sene on altı öğrencimiz vardı. Sonraki sene yirmi dört oldu. O sene okul müdürü değişti. Yeni gelen müdür de müziğe müzik diyebiliyordu. Bunu da olumlu bir gelişme olarak gördüm! Okul yeni olduğu için tanıtıma çok önem verdik. Dağda, kırda, bayırda sazlarımız elimizdeydi. Olur olmadık her yerde sahne aldık. Hiç üşenmedik. Çok özel bir gezegendeydik! Dışarıdan herkesin imrenerek baktığı ve çok özel şeylerin icra edildiği... Çerçevesini seslerin, renklerin ince ince işlediği güzel bir tablo gibiydik. İlk mezunlarverildi. Sonuçlar da güzeldi. Yüzde yüz'e varan başarılar elde edildi. Güzel Sanatlar gibisi yoktu! Öğrencisi, öğretmeni... Derdimiz, meselemiz eğitimdi. Karşılaştığımız güçlükler de hiç koymuyordu. Herkes işini biliyor, gözünün önüne bakıyor, iş üretiyordu.
Sonra bir gün müdürün ağzından yine o yanlış kelime çıktı; Müzük!
Şaka mı yapıyordu, anlayamadım! Sonra bir daha...
Gezegenin ışıkları sönmüştü. Kafamdan astronot kaskını çıkardım. Artık buna ihtiyacım yoktu. Diğerleri gibi nefes almalydım. Tayin istedim.
O gezegende yaşayıp yıldızlığa yürümüş öğrenciler oldu.Herkes kendisine sunulan bu ideal ortamı teneffüs etmiş, sanatı ciğerlerine çekmişti. Belki çoğu yıldız olamadı ama ışıkları halâ üzerlerinde parlıyor. Onlar da sönmezler! Duyuyoruz haberlerini. Hepsi de bulundukları yerlerde çok güzel şeyler yapıyorlar. Yapacaklar da... Yeter ki karşılarına müziğe müzik diyebilenler çıksın!